Aslında bu seriyi 2 yazıda toparlamaya çalışmıştım. Ancak, okurlardan gelen geri bildirimlere bakılırsa eksik kalan yerler olmuş. 3. yazıda da kadın ve gençlik kollarını yazacaksın herhalde diye yorumlar alınca bu haklı talebe kayıtsız kalamadım. Ve hatta 4. bir yazıya da ihtiyaç olacak gibi görünüyor şimdiden.
1995 yılında SHP-CHP birleşme döneminde genç bir ODTU'lü iken tanıştığım gençlik kolları ile başlayalım o halde. Çankaya'da kısa zamanda bölümden ve fakülteden 8-10 arkadaşımla birlikte örgüte eklemlendik. Gazi Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi öğrencisi genc arkadaşla birlikte komisyonlar aracılığıyla çalışmaya başladık. Ancak, kısa sürede partiye getirdiğim arkadaşlarım hızlıca ayrılmaya karar veriyordu. Ben biraz daha dirençli çıktım ve ilk ilçe-il kongrelerini yaşadım partide.
O gün bizimle olup şu anda CHP seçmeni bile olmayan bu arkadaşlarımın bazıları akademisyen, bazıları bakanlıklarda bürokrat, bazıları da denetleme firmalarının Türkiye temsilciliği vs gibi görevlerde bulunuyor. Benim gibi 10-15 yıl beyaz yakalı çalıştıktan sonra sıkılıp kendisine ait bir yer sahibi olup butik otel açanlar ve agro turizmle uğraşanlar gibi niş alanları seçenler de oldu tabii.
Beni özellikle İl Gençlik Kongresi’nden sonra partiden soğutup uzaklaştıran ve mutsuzlaştıran şeyin, gençlik örgütündeki arkadaşların belediyelerden pazar yeri ya da tezgah almak dışında bir hayallerinin olmayışıydı. Üstten bir bakışla değil elbet, onların ihtiyaçlarının öncelikle bu olduğunu, "ekmek" kaygılarının o dönemde bize göre daha fazla olmasını anlıyordum.
Şu farkla: Ben ve diğer üniversitelilerin de ilk öncelikleri örgütlenme ve parti değil, derslerine çalışmaları ve 4 yılın sonunda alacakları diplomaydı. Ama parti faaliyetlerini geride bırakmadan ve özveriyle yapıyorduk bu çalışmaları. Parti ile organik, ailesel, mezhepsel bir bağımız yoktu. Ankara'da köklerimiz diğer gençler gibi değildi. Bir nevi misafirdik diğerlerinin gözünde.
Bizi misafir gibi gören diğer genç arkadaşlar ise bir kac kuşaktır Ankaralı, çoğu Alevi, bedel ödemiş ailelerin savrulmuş çocuklarıydı. Siyaseti kongrelerde, mahalledeki delege seçimlerinde öğrendikleri ve öğrendikleri dışında bir siyasetin varlığını bilmedikleri için farklı olanı da kolay kolay kabul etmiyordu. Yeniliğe açık olmadıklarını da gözlediğim o dönemki yoldaşlarım değişime de açık değildi maalesef.
En kötüsü, emekçi gençlik diye tanımladığım bu kitle parti dışında herhangi emek örgütünde ya da meslek birliğinde de örgütlü değildi. Yani sınıf siyasetine de dahil oluyorlardı. Partili “ağabey”lerinin kötü birer kopyası olmayı başarmışlardı maalesef. İşin içine “siyasetin finansmanı” gibi karmaşık bir zorunluluk da girince, kendilerine söyleneni söylendiği gibi yapan bir nefer grubuydu.
Bunları suçlamak için söylemiyorum elbette. Aradan gecen yıllar içinde reel siyasete uzak kaldım Gezi’ye kadar. 2013’te Gezi alevinin ve heyecanının örgütlü mücadeleyle daha da güçlenebileceğine inanmıştım. Ancak, aradan geçen 18 yıla rağmen çok da bir şeyin değişmediğini gözlemledim. Tek bir farkla: Aynı gözlemler bu defa da Beyoğlu İlçe Gençlik Örgütü ve İstanbul İl Gençlik Örgütü için geçerliydi. Şimdilerde ise bu partiyi gençleştirmesi beklenen bu kitlenin, parti içine girince yaşlandığını ve hızla ana kademeye benzediğini son 6 aydır İzmir'de görüyorum.
Emek örgütleri, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ile barışık; yazıp-çizebilen, ülkenin en azından bu savaş yıkıcılığına direnç gösterebilecek, AKP Faşizminin yaşamın her kılcalına nasıl sindiğini her yerde anlatıp isyanını dile getirebilecek, Cumhuriyeti ve devrimleri omuzlayabilecek bir gençlik örgütünü hayal etmek bana iyi geliyor. O zaman, gençlik örgütleri birilerinin oy-delege deposu olmaktan, partinin seçimden seçime kullandığı “kas gücü” olmaktan çıkacak, belediye başkanlarının değil örgüt liderinin peşinden gitmeyi bilecek kadar örgütlenme bilincine sahip olacak bir gençlik, bu partiyi -ben dahil- gençleştirecek.
Atatürk'ün "bütün umudum gençliktedir" vurgusu Parti'nin öncelikle gençlere emanet edildiğini size de ifade etmiyor mu?