Depremler dünyayla birlikte var olan doğa olaylarıdır. Birçok doğal güzelliği ve yaşamı depreme borçluyuz. Ancak, insanların bilgisizliği, maddi hırsları bu olağan süreci felâket hâline getirmektedir.
Doğal olarak paragöz iktidarların deprem sonrası yönetimleri, yeni yaşam ve doğal yıkımları, sorunları da üretmektedir.
Deprem öncesi ve sonrası yönetimleriyle yıkımlara, ölümlere neden olurlarken servetlerine servet katmaktadırlar. Sermayelerini büyütmekten başka amaçları, kuralları yoktur çünkü; tek değerleri budur.
Hatırlarsanız, deprem sonrası Borsada tahta kapatılmamış ve yapı sektörüyle ilişkili hisse senetlerinden büyük kazançlar sağlamışlardı.
Bütün bunlar toplumsal, kültürel yaşamımıza olduğu kadar doğamıza da zararlar vermektedirler.
Örneğin, Samandağ Deniz Stadyumu’nun hemen yanı başında bulunan çadır yerleşim alanının bitişiğine deprem enkazları dökülmektedir.
Bakın bu konunun uzmanlarından olan Asbest Söküm Uzmanları Derneği ASUD'un Başkanı Mehmet Şeyhmus Ensari ne diyor: " (ABD'de 9 Eylül saldırılarıyla yıkılan) İkiz Kuleler’in enkazında çalışan arama-kurtarma, sağlık, itfaiye, temizlik işçileri dahil tüm çalışanları 1,5 mil yarıçapında bir daire çizip bu alanda yaşayan tam 63 bin kişiyi takibe aldılar. 2021’de sağlık taramasının sonuçları açıklandı ve 24 bin kişide çeşitli kanser teşhisleri konuldu. Prostat, meme, cilt, akciğer kanserleri, lösemi. Bunların dışında kanser olmayıp da kas ve iskelet sistemi hastalıkları ve Dünya Ticaret Merkezi öksürük sendromuyla yaşamak zorunda kalanlar var. Ancak gelinen noktada, ülkemizde hiç kimsenin sağlık taraması takibi yapılmayacak. Buradan çağrı yapıyorum: Evet, hükümet bu işi yapmıyor. Peki muhalefet nerede? Muhalefet de böyle bir çalışmanın öncüsü olabilir. Büyükşehir Belediyelerinin sağlık daireleri var. Bir pilot bölge belirlenip bu çalışma yapılabilir. Örneğin bir çadır kentte yaşayan kişilerin sağlık taraması yapılıp takibi de yapılarak yıllar sonra, örneğin 5 ya da 10 yıl sonra sonuçları açıklanabilir.”
Evet, özel hastanelerimiz de kâr etmeliler değil mi?
Tarım arazileri de moloz döküm alanları olarak kullanılıyorlar. Kuşların göç yollarında bulunan Mileyha sulak alanı, caretta carettaların yuvalarının olduğu sahiller hiçbir önlem alınmadan hatta akıl bile edilmeden moloz dökümleriyle yok ediliyorlar!
Samandağlılar'ın bu konudaki tepkilerini ve moloz döküm kamyonlarının önlerini kesme eylemlerini izledik, okuduk.
Önlemler alın, engel olun dendiğinde de "...bize öneri getirin, değerlendirelim. Biz oraya kalıcı olarak dökmüyoruz. Demiri alır almaz taşıyacağız onları..." diye yanıtlar veriliyor. Önce hurda demirler geliyor. Moloz nakliyesi, bu demirler karşılığı yapılıyor. O zaman en kısa mesafe, çok sefer, çok demir, çok kâr!.. Çadırdaki insanlar, kuşlar, kaplumbağaları boş verin...
Gelin bir kez daha ASUD Başkanı Mehmet Şeyhmus Ensari'ye kulak verelim: "...Şu an deprem bölgesinden toz örneği alıp analize gönderseniz hiçbir laboratuvar yapmaz. Neden yapmaz biliyor musunuz? ‘Ya burada asbest bulursam, Bakanlık akreditasyonumu iptal eder’ düşüncesiyle yapmıyorlar. Açık açık söylüyorum. Daha önce yapıyorlardı ancak Bakanlık bunlara uyarıda bulunuyor, korkutuyor. Peki Türkiye’de bu işlemi başka kimler yapabilir? TÜBİTAK yapabilir, e o da yapmaz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı İş Sağlığı ve Güvenliği Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü (İSGÜM) var. O da yapmaz. Ne yapacağız? Biz yine mücadeleye devam ederek ya kendi araştırma laboratuvarımızı kuracağız ya da eskiden Türkiye’de laboratuvarlar kurulmadan önce olduğu gibi İngiltere’ye veya başka bir ülkeye göndereceğiz analiz için. 21. yüzyılda böyle bir şey olabilir mi? ”
Olmaz diyorsak, bu anlayışı ve iktidar müttefiklerini 14 Mayıs'ta siyasetin çöplüğüne gömmek görevimizdir. Başkaca kurtuluşumuz yok!