İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, geçen haftaki bir konuşması sırasında ‘İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Seferihisar Belediyesi arasındaki en büyük fark zamandı. Çok sıkışık bir zaman dilimi içinde yaşadığımı düşünürdüm o zaman ama lay lay lom bir dönem olduğunu görüyorum. Buradaki zamanı yetiştirmek konusunda sıkıntı yaşadım’ şeklinde bir cümle kurmuş.
Bu hayatta bir şekilde yaşayabilen, nefes alıp veren, çevresi ile bir şekilde etkileşimi olan her insan, bu cümleden İzmir’in Seferihisar’dan büyük olduğu sonucunu çıkartabilir; biraz coğrafya bilgisi varsa, Seferihisar’ın İzmir’in şirin ve küçük ilçelerinden biri olduğunu anlayabilir; az daha zorlarsa, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevinin bir ilçeye göre daha fazla mesai ve emek gerektirdiği anlamını rahatlıkla çıkartabilir.
Ama konu tırnak içindeki siyaset ve tırnak içindeki siyasetçi yaklaşımı olunca, bu cümleden başka anlam çıkarmak için elden gelen yapılır ki yapılmış ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’nın daha önceki Seferihisar Belediye Başkanlığı dönemini ‘lay lay lom’ geçirdiğine ilişkin yapılan çıkarsama, ‘sorumlu siyaset’ kapsamında halka iletilmiştir.
Bu olguyu dışardan izlemenin en kötü yanı ise siyasetin karikatür örneklerini, gerçek siyaset sanrısıyla yanıtlamak zorunda kalmaktır.
Retoriğin ve demagojinin gerçek siyasi dilde ve siyasi anlayışta bu kadar baskın olmaması gerektiğini bilmek ise bazılarımız açısından kahredici bir gerçekliktir.
Neyse ki, Tunç Soyer ne hizmet dökümünü yaparak ne de başka bir siyasi polemik yürüterek yanıt vermedi, siyasi kurmacanın anlam çarpıtmalarına zaman harcamadı, doğru olan da budur.
Ama bu durum niye böyle, neden tırnak içindeki siyaset, anlam kaydırmaları ile insan ayağını kaydırma eylemine dayanarak yürümeye çalışıyor?
Neden ‘siyaset’ dans eden bir başkana tahammül edemiyor?
Neden ‘siyaset’ dans etmenin, şarkı söylemenin, gülmenin, mizah yapmanın kötü bir şey olduğunu düşünüyor?
Neden ‘siyaset’ hepimizin gayet iyi anladığı bir anlamı, bu kadar normal hale gelmiş bir sıradanlıkla çarpıtmaya çalışıyor?
Geçen yıl, tam bu zamanlarda, yine Tunç Soyer’in ‘siyasette yeni bir dil gerekli’ söyleminden yola çıkarak şu cümleleri yazmıştım: ‘Yaşanılan siyasi travma her yeri, her kişiyi etkiliyor. Siyasi travmanın iki yanı bence çok önemli: siyasi dilin cinayetleri ve belleğin yok oluşu. Siyasi dil ikna ve tartışma aracı halinden çıktı ve bir silah haline dönüştü/dönüştürüldü ve şuursuzca cinayetler işlemekte, kitlesel kıyımlar yapmakta. Siyasi dil, sadece yönetme gücünü elinde bulunduranların değil, yönetmeye aday olanların da bir silahı haline geldi; benzeşim. Bellek giderek zayıflamaya başladı, sözlü ve yaşamsal aktarımın yerini belgeseller aldı, yakın geçmişimizi bile nostaljik duyumsamalarla yaşar hale geldik; toplumsal bilinç kaybı. İnsanca vicdan, zayıf bir belleğin ve katil bir dilin kölesi oldu; güçten yana bir vicdana doğru hızla yol alamaya devam ediyor. Sonuç;
"Sözlerim uçuyor havaya, ama düşüncem yerde;
Öz olmayınca söz yükselmiyor göklere!"
Tırnak içindeki siyaset hiç yanıltmıyor insanı ve gerçekten yeni bir siyaset diline ihtiyaç var.
***
Kusura bakılmasın ama asık suratlara, eril iktidarlara, anlam çarpıtmalarına, demagojiden beslenen retoriğe, tehditlere, yapılamayan ironilere, konuşulamayan bir dile karnı tok birçok kişinin. Dans eden, gülen, konuşan, anlatan, karşılaştıran, açıklayan, eğlenen, güldüren bir dile daha fazla ihtiyacı var insanın şu ömür denilen hapislikte.
Şems’i Mevlana’dan uzaklaşmak zorunda bırakan bu dildi, Sokrates’e baldıran zehrini içiren bu dildi, Ahmet Kaya’yı ülkesinden gitmek zorunda bırakan bu dildi, bu dilin ve bu dilin varyasyonlarının yaptığı katliamları anlatmaya ne ses ne nefes yeter. Bu dilde anlatılanların meşruluk kazandırdığını sanıyorsunuz, yanılıyorsunuz. Diliniz yanlış, belki de o yüzden yolunuz da yanlış.
Siyasetin hala yeni bir dile ve bir de bu dille anlatılanları duymayacak, bu dile kulak asmayacak bir kulağa da ihtiyacı var galiba.
***
‘Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım’ demiş Rumi.
Bahtiyar gül yüzü ile hatırlanır diye, inadına falan da değil, insan olduğumuz için güleceğiz, konuşacağız, anlatacağız, bize dayattığınız bu evlerden ırak olmasını istediğimiz dilinizi, gülüşmelerimizden, konuşmalarımızdan ve müziğimizden dolayı maalesef duyamayacağımız için, özür dileriz.
[1] Hamlet- William Shakespeare