Dayatma Güçlüden Gelir
Yerel Seçimler üzerinden sekiz ay geçti. Belediyeleri ve yönetimlerini etkileyecek çok köklü değişiklikler yaşandı, yaşanıyor, yaşanacak…
Başkanlık Rejimi ve inşa süreci, belediyeler ve kentler üzerinde öncekilerden farklı etki ve deneyimlerin ip uçlarını veriyor.
Daha seçim öncesinde istifa ettirilen AKP’li belediye başkanları, merkezileşmiş ve tekleşmiş devlet erki ile belediyeler arasındaki henüz oturmamış ilişkilerin, dayatmalara açık konumuna dikkat çekiyor.
Kuvvetler Ayrılığı
Parlamenter demokrasiler, seçilmiş meclisler ile halkın egemenliğini tesis etmeyi esas alır. Hukuk ve kanun ‘dairesinde’ yönetim ile kuralların bilinebilirliği ve adaletli olması da şarttır! Devletin büyük gücü karşısında bireyi ve güçsüz kesimleri korumak için kuvvetler ayrılığı yoluyla denge ve denetim mekanizması kurulur.
Kuvvetler ayrılığı; iktidarın sadece yasama, yürütme ve yargı tarafından paylaşılması ile sağlanmaz. İdarenin merkezi ve yerinden yönetim esaslı örgütlenmesi de halen Anayasa (123, 127. maddeleri) teminatı altında olan bir yetki ve sorumluluk paylaşımının yani kuvvetler ayrımının bir türüdür.
Belediyeler, üniversiteler, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ve TRT, 1961’de Anayasa ile “yerinden yönetim” örgütü niteliği ve “özerklik” kazandılar.
Yerinden yönetim coğrafi bir kavram değildir ve yerelden yönetmekten farklıdır. Yönetimden etkilenen tüm kesimlerin müştereğinden güç alan ve onların bütünlüğünün yönetimidir.
Belediyeler, kuvvetler ayrılığının bir unsuru ve yurttaşların kendi geleceklerinin belirlenmesinde söz sahibi olabilmelerinin en köklü yerinden yönetim örgütleridir.
Özerk Yapılar ve Kuvvetler Ayrılığı
Devlet içinde ama merkezi iktidardan bağımsız, özerk-yarı özerk yapılanmalar da karar erkinin paylaşılması ve ilgili kesimlerce kullanılması anlamında kuvvetler ayrımının aracıdırlar.
1980 sonrasının neoliberal dalgası ile BDDK, EPDK, SPK, RTÜK, YÖK, Telekomünikasyon Kurumu, Rekabet Kurumu, Spor Federasyonları vb. çok sayıda “özerk” düzenleme ve denetleme kurumu getirilmiştir. Bu dönem kurulan ‘özerk’ örgütler çoğunlukla güçlü toplum kesimlerinin, siyasal iktidar dalgalanmaları ve müdahalelerinden korunması içindir.
Özerklik ya da bağımsızlık, kim için ve kimden soruları ile anlam kazanır.
Merkez Bankası ‘bağımsızlığı’ ise kuruluşundan bugüne geçirdiği dönüşümler ve küresel finans kapital ile ilişkileri dikkate alınarak değerlendirildiğinde açmazları görülecektir.
Joseph E. Stiglitz’in “Eşitsizliğin Bedeli” kitabında, ABD Merkez Bankası FED için “yönetim ve karar verme sistemi utanç kaynağı olmalı” (s.329) sözleri ve “finans sektörü tarafından ele geçirilmiş bağımsız bir merkez bankası, finans sektörünün inanç ve çıkarlarını temsil edecek kararlar alacaktır.” (s.332) çıkarımı ile yetinelim.
Başkanlık ve Karar Erkinin Paylaşılması
Başkanlık Rejimi kuvvetler ayrılığı yerine bütün erklerin tek kişide toplandığı bir yönetim biçimidir. İçinden hükümet çıkaramayan bir Meclis! Yürütmenin ve partisinin başı olmasına rağmen Anayasal sorumsuzluğu süren bir Başkan ve onun atadığı seçilmemiş görevlilerin “bakanlar kurulu” yerine konduğu; Kanunlardan ziyade Cumhur Başkanı Karar ve Kararnameleri ile yönetilen bir sistem.
Bu yönetim anlayışının kendiliğinden karar erkini yerinden yönetim örgütleri ile paylaşması beklenebilir mi?
Başkanlığın, merkezde birikmiş ağır yükün altında ezilmek ya da yetkilerini paylaşarak sorumluluklarını hafifletmek ikilemine vereceği yanıta bağlı.