Efe daha gelmedik mi? Az kaldı…
Mahallenin çocukları toplandık. İzmir Enternasyonal Fuarı açılmış hep birlikte oraya gideceğiz. Cuma günü haftalıklarını alan anne babalarımızdan harçlık almak için cumartesiyi bekliyorduk. Mahallenin aile fertleri tarafından en güvenilir çocuk benim, bilmediğim gitmediğim yer yok. Çocukları toplayıp Alsancak veya Atatürk stadına götürüp ikinci yarı içeriye girip çok maç izlettirdim. Arada sırada yanlış takımın taraftarlarının arasına girdiğimiz de oldu. O zamanlar tuttuğumuz takım gol atınca dayak yememek için, sessizce gözlerimizle sevinirdik.
Cumartesi geldi çattı. Akşamüzeri tüm çocuklar tek tek anneleri veya babaları tarafından bana emanet edildi. Dört çocuk yola koyulduk. En küçüğümüz yeğenim Mustafa altı yaşında Seyfettin bakkaldan gidiş dönüş otobüs biletlerimizi aldık. Çünkü paramızı sonuna kadar harcayacaktık. Herkes hangi oyuncaklara bineceğini iki üç kere tekrarlayıp duruyordu. Her şey sırayla dedim. Mustafa, ‘Çarpışan oto, çarpışan oto’ diye bağırıyordu. Yengem ‘Sakın çarpışan otoya bindirme’ dedi.
Biletlerimizi almış durağa doğru giderken Ali,
“Dolmuşa binelim Fuarın önünde ineriz” dedi.
“Olur” dedim. Gültepe / Çankaya dolmuşuna bindik. Yirmi dakika sonra Fuarın önündeydik. Üçümüz birden (Mustafa’nın boyu yetişmiyordu.) camdan dışarı bakıp ooooooooo diye bağırdık. Giriş kapısının önünde bir kalabalık, kuyruk, kaos, kimin nereye gittiği nereden geldiği belli değildi. İner inmez hemen en ön sıraya kaynak yaptık. Küçük olduğumuz için kimse sorun çıkarmadı. Üstüne basa basa tekrarladım. “Kimse birbirinin elini bırakmayacak kaybolursanız sizi Allah bile bulamaz” dedim. Hepsi çok korktu. Dönerken hepimizin eli sıkmaktan morarmıştı.
İnsan kalabalığından Lunapark’a gitmek imkânsız gibiydi. İngiltere, Almanya, Rusya, pavyonlarına gitmeye bayılırdım. Her sene konuk ülke olurdu. O kalabalıkta tezgâhta saatleri gördüm. Herkesi durdurup ışıl ışıl parlayan sapsarı (Altın sarısı) o saate hayran kaldım. Fiyatını sordum. Cebimdeki paranın yarısını ona vermem gerekiyordu.
“Neden bu kadar pahalı?”
“Bu altın suyuna bandırılmış” dedi. (Altını kim bulmuş suyuna bandıracak çocuk aklı işte) Aklıma birden Lunapark, oyuncaklar, yemek, Çikolata standı geldi hemen vazgeçtim.
“Yürüyün çocuklar” dedim.
Herkes eğleniyordu. Pavyonları dolaştık. Lunapark’ta saatler geçirdik. O kadar kalabalıktı ki çok fazla oyuncağa binemedik. Mustafa’yı iki veya üç defa atlıkarıncaya bindirdim. Yaşına uygun birkaç oyuncağa daha bindi. Her inişinde,
“Efe abi çarpışan oto” diyordu. Ben başka bir oyuncağı gösterip, ‘Bak gel şuna binelim’ diye kandırıyordum. Firmaların araba ve otobüs sergilerine gittik. Hepimiz birer defa sürücü koltuğuna oturduk. Şaka şaka ikişer defa, yoksa üç müydü?
Ne yalan söyleyeyim aklım hep o saatteydi. Elim cebime gidiyor paraları sayıyor harcayıp harcamamakta tereddüt ediyordum. Lunapark hepimiz esir almıştı. Dönme dolap, Balerin, Uçak, Çarpışan oto, aynalar hepimizin cebindeki parayı sömürüyordu.
Hepimiz yorulmuştuk. Çocuklara, burada tüm elektrik tesisatı alttan geçtiği için daha fazla yorgunluk hissettiğimizi söyledim. O arada yanımızdan geçen biri söylediklerimi duydu. ‘Kent efsanesi o’ dedi. Neden öyle söylediğini anlamadık.
Ben hariç herkes sıfırı tüketmişti. Geri dönüş yoluna doğru yola koyulduk. Aklım hâlâ o saatte, bir süre sonra yine tezgâhın önündeyim çocuklar yanımda son defa şansımı deneyeceğim. Saati gösterdim. Cebimdeki son parayı teklif ettim. Bana söylediği fiyatın yarısı kadardı.
“Siftah senden olsun abi, at parayı yere” dedi. Çok şaşırdım. Saati koluma taktı. Parayı yerden alıp sakalına sürüp cebine attı. Işıl ışıl saat kolumda duruyordu. Mutluluktan uçacaktım. Durağa geldik. Otobüs bekliyoruz. Binlerce insan fuardan çıkıyor. Durakta kimse yok. Basmane’de Yıldız sinemasının tam önündeki durakta bekliyoruz. İçimden trafik çok otobüsler gelemiyor diye düşünüyorum. Çocuklar huzursuz oldu, yoldan geçen birine,
“Otobüs durağı burası değil mi?” dedim
“Evet, otobüs biletiniz var mı?” dedi. Evet, anlamında başımı salladım. Uzun bir süre sonra dolmuşların geçtiğini fakat hiç otobüsün geçmediğini fark ettim. Bir kişiyi daha durdurup,
“Otobüs bekliyoruz ama uzun zamandır geçmedi” dedim. O felaket cümleyi kurdu.
“Otobüsler çalışmıyor. Şoförler grevde” dedi.
Mustafa, “Grev ne demek?” dedi. Diğer çocuklar ağlamaya başladı. Herkesi susturup kimsede para olup olmadığını sordum. Kolumdaki saate bakıp bir iç geçirdim. Bizi eve götürecek tek vasıta dolmuş ve bizim hiç paramız yoktu. Ali gözyaşlarını silerken,
“Ne yapacağız?” dedi.
“Yürüyeceğiz” dedim. Basmane’den Gültepe’ye kadar yürüdük. Benim için büyük sorun yeğenim Mustafa’ydı annesine veya bizimkilere yürüdüğümüzü söylerse yanardım. Yol boyunca ağladı, sızladı… Bu üçüne yol boyunca bilmeceler sordum, fıkralar anlattım. Okuduğum kitaplardaki ilginç hikâyelerden bölümler aktardım. Herkesi evine teslim ettim.
Mustafa mı?
İki defa çarpışan otolara bindirdim. Annesine bundan bahsedeceğimi söyleyince…
Korkunun gözünü seveyim.