Bize öğretilen ve hatta dayatılanların arasında kendi sesini duymak çok zor… Toplumsal öğretiler ve roller daha ana rahmindeyken kimliklerimizi çıkartıveriyor. “Ben ne istiyorum?” sorusunu hiç sormayalım diye kurulmuş bir düzen var sanki…
Ama buna rağmen içine çekildiği girdabın farkına varan, dünyanın siyah ve beyazdan ibaret olmadığını bilip “ben bu düzeni bozarım” diyenler de var. Bunu diyebilenler, yaptıklarıyla umudun ve hayal kurmanın güzelliğini de hatırlatanlar aynı zamanda.
Önce kendi hayatında sonra da emek verdiği yerde düzen bozanların kooperatifi olan Gökova Kadın Çevre ve İşletme Kooperatifi, son zamanlarda beni umutlandıranlardan.
Kısa adı GÖKBONCUK olan bu kooperatif, İstanbul ve Ankara’da ki hayatını yıkıp Muğla’nın Gökova mahallesinde yeniden kuracak cesarete sahip insanlardan oluşuyor. Kadın kooperatifi olmalarına rağmen başkanı erkek, kaynayan reçeli karıştıran erkek, dağlarda gezip adil bal üreten üreticiyi arayıp bulanı ise kadın… Toplumun cinsiyet terazisini dengelemenin bir tek kadınların sorunu olmadığını düşünüp her işin altına kadın erkek birlikte giriyorlar. İşleri paylaşırken önemsedikleri konu kimin neye merakı ve becerisinin olduğu, cinsiyet değil.
Yaptıkları her şeyin temelindeki düşünce; insanın doğadan uzaklaşmasının dünyanın asıl sorunu olması ve bu uzaklığın ortadan kaldırabilmesi için belli yaşam pratiklerine ihtiyaç duyulması. Gökova’nın susam üreticisi, arıcılık yapanı ve tohum saklayan nineleri, kooperatifin akil insanlar grubunu oluşturuyor. Zira onların doğadan görüp yıllardır uyguladığı bilgi, doğa ve insanın kopan bağlarının merhemi…
Bunun için para karşılığı düşük diye çiftçinin ekemediği altın susamın Gökova’nın topraklarından yeniden yeşermesini ve çiftçinin geçimini bu ürünle sürdürmesini sağladılar. Balın, bize dayatıldığı gibi cam kavanozlarda saklamasının arının emeğine haksızlık olduğunu ortaya çıkartıp geleneksel yöntemle yani toprak kapla sundular. Yine pazarda para etmediği için dalında kalan narları, civar köylerden toplayıp ürüne çevirdiler. Kendi elleriyle çapaladıkları on dönüm araziye yerli bamya ektiler. Ve daha neler neler… Akil insanlardan öğrendikleri her konunun, Gökova insanının hayatında değer olarak kalması için emek veriyorlar.
Bütün bu üretimi yaptıkları çiftlikte bunları dinleyip üretimlerine tanık olduğum kutlu bir gün yaşadım. Biz bunları konuşurken tek ayağı olmayan bir köpekle birlikte sahiplendikleri üç köpek de etrafımızdaydı. Köpeklerin hepsi çiftlikten önce sokakta yaşıyormuş…
Resmin bütününe bakınca, hak temelli çalışan pek çok sivil toplum kuruluşunda göremediğimi gördüm. İnsanın doğanın parçası olduğunu içine sindirip her canın yaşama hakkına değer veren ve bunu lafta bırakmayıp eyleme, yaşam biçimine dönüştüren bir sivil toplum kuruluşu…
Büyük şehirlerden, büyük büyük statülerden sıyrılıp küçücük bir köyde yaşayanların bilgisine ve emeğine değer verip kendini geride tutmak, öyle her şehirden köye göçenin yapabildiği bir şey değil. Maalesef…