Gazetemiz okurları hafta sonunu gözaltında geçirdiğimi biliyor. Tabi koca bir hafta sonunu 5-6 metrekare bir alanda geçirip çıkınca, üzerine birkaç kelam etmek farz oldu. Nereden başlayıp, nereye bağlasam bilemedim, notlarımı buraya serpiştirdim.
UTANDIM
Bu yazıyı yazmadan kısa süre önce Ahmet Şık’ın sevgili abisi Bülent Şık aradı ve geçmiş olsun diledi.
Utandım.
Kardeşi, 403 gündür tutuklu olan Bülent Şık, benim 3 günlük gözaltına alınmam sonrasında, ‘geçmiş olsun’ diledi. Buradan da ifade edeyim: “Teşekkürler Bülent abi ama utandım. Bizim de payımıza buncacık bir şey düştü. Gazetemizin 2. Yıl Buluşması’nda söylediğim gibi, ‘Ahmet Şık tutuklu kaldıkça, kendimizi özgür hissetmeyeceğiz.' Bizimki bir şey mi? Teşekkürler Bülent abi. Vallahi utandım.”
SEVİNDİM
Yaptığım tek haberden ötürü, bütün bir hafta sonu betonda yatmak zorunda kalınca, insanın aklına tüm ihtimaller gelmiyor değil. Ama tüm bu ‘Ne olacak acaba’ seansları ‘Canımız kimseninkinden kıymetli değil, ne olacaksa olur’a bağlanıyor. Ne yalan söyleyeyim ben serbest bırakılınca rahatlasam da ancak ‘Türk Tabipler Birliği’ üyeleri de serbest bırakılınca tam anlamıyla sevindim.
Annem, pek memnun değil gazeteci olmamdan. Çocukluğumdan beri doktor olmamı isterdi. Bu sıralar birçoğumuz gibi ben de hekimlik üzerine düşünüyorum. Yaşamı savunuyorlar, yaşatmak için çalışıyorlar. Ne saygın bir meslekleri var. Gözaltından çıkınca anneme de takıldım: “Doktor olamadım ama doktorlarla benzer sebeplerden gözaltına alındım anne. Bundan da gurur duyabilirsin”
Sağ olsun annem, ‘onlar’ evi ararken de dik durdu, ben çıkıp eve geri döndükten sonra da: “Ne olmuş yani haber yapmışsa… Katil mi, hırsız mı? Ne olmuş yani savaşa hayır dediyse, savaş mı olsun, gençler mi ölsün?”
SLOGAN BULDUM
Düşünmek için çok vaktim olunca nezarette, slogan buldum ve çok hoşuma gitti: “Beni Türk hekimleri ile gözaltına alın”…
Türk Tabipler Birliği’ne sahip çıkmak gerçekten çok önemli. Şimdi buradan yükleniyorlar, biz de buradan savunacağız yaşamı.
BUNA GÜLDÜM
Üniversite yıllarından ev arkadaşım, yoldaşım Ferhat sosyal medyada şöyle yazmış, çıkınca okudum ve buna çok güldüm: “Ümit yoldaşımı, öte kardeşimi, ben biraz daha iyi tanırım. Bir saatte çok iyi malzeme biriktirir, yermek ve düşmanın eksiğini hiciv etmek için. Şimdi bir hafta vermişler. Varsın, onlar düşünsün. Yarım saat yatırsanız köşe yazar. Sanırım şimdi öykü aşamasında. Roman olursa siz düşünün. Çıkınca dinleyecek eğlenceli anılar var.”
Vallahi Ferhat, hepsini yazarsam bu kez roman yazacak kadar bir süre tanırlar bana: ) Çok güldüm ama şimdilik altında ezildim : )
TAKILDIM
Hadi bir tanesini anlatayım. Siz yine de ‘Bu hikâyedeki kişi ve kurumlar hayal ürünüdür’ diye bilin.
Gözaltına alınıp, ev araması tamamlandıktan sonra Emniyete götürülmek üzere yola koyulduk. Tabi ki isim ve görev tanımı yapmayacağım. Hatta bu olay hangi evrede geçti onu da anlatmayacağım.
Bu hayal ürünü malum şahıslar, ‘Diskolardan, barlardan’ vs konuşuyorlarken, biri bana “İz Gazete miydi?” diye sordu. “Evet” dedim. Telefonundan İz Gazete’ye girdi. “Cık, cık… Sizinkiler senin gözaltına alınma haberini çok yanlış yazmış” dedi.
Sanırım o an gafil avlandım. “Nasıl girmişler?” diye sordum.
“Merak et” diye cevap verdi, başka bir şey söylemedi.
Benimle dalga geçtiğini anlayamadım ilk başta, bir daha sordum. “Merak et, merak etmeni istiyorum” diye cevap verip bastı kahkahayı.
Hiçbir şey diyemedim. Geveledim. Beni ti’ye aldığını geç fark ettiğim için kendime kızdım içten içe, falan…
Neyse, Pazartesi Adliye’ye getirildik. Orada onu gördüm. Yanına yaklaştım ve “Bizimkiler seni yazmış İz Gazete’ye okudun mu?” diye sordum. İrkildi. “Nasıl ya, ne yazmışlar?” diye sordu. “Merak et” dedim. “Merak etmeni istiyorum”…
Hatırladı. Çabuk anladı. Ama yine de içine kurt düştü. İlk fırsatta telefonu eline alıp tarama yaptı. O arada zannımca gazetemize gelen destek mesajlarının çokluğunu falan gördü, belki gıcık oldu. Öyle sanıyorum ki, bugün de bakmıştır gazeteye.
Bu yazıyı da okuyordur belki: “Merak et e mi? Merak iyidir…”
GAZETE ŞEN ŞAKRAK…
Telefonumu aldılar. Gözaltı konusunda tecrübeli arkadaşlardan, aylarca telefonumu geri alamayacağımı öğrenince, biraz da mağdur ayağına yatıp, canım anama yeni bir telefon aldırdım. Tabi numaralar yok. Arayan soranlardan, sağ olsunlar, numaraları teker teker kaydetmeye devam ediyorum. Neyse… Her arayan soruyor tabi, “Ne oldu? Bir şey yaptılar mı? Nasıl geçti?” Onlarca telefon görüşmesi yapıp, her sorana “Sorun olmadı ya, sadece 3 gün betonda yattık” diye cevap verince, gazetedekilerin malzemesi oldum. Odamın kapısına “Genel Yayın yönetmeni, 3 gün betonda yattı” yazdılar. Tugay her fırsatta “Sen tabi betonda yattın, sana çay falan vereyim” diye takılıyor. Ah bi de bu Seren Serengil meselesi. O da 3 gün yatmış ya… Arayanlardan atıf yapan yapana…
KAŞINDIM
Yok ima değil, doğrudan kaşındım. Pirelendim. Nezarethanede battaniyeler var. Devletimizin değil, ‘terörist’lerin battaniyesi. Gözaltına alınanlar, yakınlarının getirdiği battaniyeleri orada bırakmış anladığım kadarıyla. Birikmiş. Doğal olarak çok pis kokuyordu. Hele gözaltı süreleri bu kadar uzun olunca, biz de kirlenip, kirimizi battaniyenin kirlerinin üzerine ekliyoruz. Battaniyeler oluyor tam bir ‘terör yuvası’… Şey, pire yuvası… Ama ne onunla ne onsuz. 4-5 saat sonra herkes alışıyor. Ben de üşüyüp titremektense, kirlenip tüm hafta sonu kaşındım. Memlekette milyonlarca kişiye terörist muamelesi yapılınca, ‘terörist’ sayısı artmış oluyor. Battaniyeler de ‘kokteyl’ kokuyor.
ŞAŞIRDIM
Şaşırmamam lazımdı ama şaşırdım. Nezarethaneler de ülkenin siyasi atmosferine göre şekil alıyor. Mesela bu kez gördüm ki, her koğuşta seccade ve Kuran-ı Kerim var. Kitaplıkta dini kitaplar… Şöyle dedi gözaltındakilerden biri: “Hacım, bu nasıl iştir? Suriye’de ölen Müslüman, öldüren Müslüman. Burada gözaltına alan Müslüman, alınan Müslüman” Yorum yok…
KAÇIRDIM
Gözaltına alınmasaydım, Cumartesi sabah çok sevdiğim bir abimle Ankara’ya uçacaktım. CHP’nin 36. Olağan Kurultayı’nı izleyecektim. Akşamında Ankara’dan arkadaşlarımla rakı içecek, sohbet edecektim. Epeydir, yoğun tempo ile çalışıyoruz; Kurultay bahanesi ile şehir dışına çıkıp kafa dinleme şansımı kaçırdım. Aksi gibi, “3 gün yattın, epey dinlenmişsindir” diyen de çok… ‘Senin istediğin rakı olsun, canın sağ olsun’ diyecek olan dostlara selam, başka bir bahaneye kadar çalışmaya, yorulmaya devam.
TEŞEKKÜR EDERİM
Bu yazıyı yazma sebebim aslında tam da burası. Yazsam uzuuuun bir liste olacak. Gazete ekibimiz, yazarlarımız, avukatlarımız, ailem; demokratik kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin çok değerli temsilcileri, milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteci dostlar, İzmir’den yeni arkadaşlar, şehir dışından eski dostlar, yoldaşlar… Uzuuun bir listeye bol bol teşekkür ederim. Saklayamam, gururlandım bu konuda. İnsan böyle zamanlarda kimin ne yaptığına ister istemez bakıyor. Arayanı soranı merak ediyor, yeniden yeniden gözden geçiriyor dostlarını. Hepinize çok çok teşekkür ederim. Ama en çok da, ‘Yalnız değildir’ diyerek; bu karanlık dönemde bile, kime yüklenirlerse onun için ‘Yalnız değildir’ diyeceğimizi, lafta değil, pratikte de gösterdiğiniz / hep beraber gösterdiğimiz için teşekkür ederim.
Müsaadenizle tek özel teşekkür ise, nezarethaneden arkadaşım Uğur’a… Sorguda “Uğur Göçmüş’ü nereden tanıyorsun?” diye sormuşlardı. Açıkçası gazetecilik faaliyetlerimle sınırlı bir tanışıklığım vardı. Ama bu gözaltı vesile ile tanıştım. O olmasa, daha zor olurdu her şey nezarethanede…
GAZETECİYİM
İnsanlığın en güzel değerlerinin öcü gibi gösterildiği; mesela savaşın kutsanıp, barışın düşman ilan edildiği bu dönemde, işin ucu bizim gibi küçük bir yerel gazeteye kadar geldiyse; demek ki gerçekten ciddiler. Biz de ciddiyiz. Ben küçük ama onurlu bir gazetedeyim, gazeteciyim. Karıncanın söylediği gibi, ateşi söndüremem belki ama tarafım belli olur. Suçum budur: Taraflıyım ve gazeteciyim.
Dilerim gazeteci kalırım.
Eminim taraflı kalacağım…
Belki içeride, belki de dışarıda; özgürdüm, özgür olacağım.