Sevgili okur, sabırla sonuna kadar okumanızı önemle rica ediyorum.
Ben o dönemin -birazına yaş olarak, birazına coğrafi olarak- uzak tanığıyım…
Ama…
Belgeselin galasının çıkışında kısa sürede gözlemlediğim birkaç örnekten bahsederek başlamak isterim.
İlk dönemin Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın’ın Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü, şimdinin CHP Milletvekili Aday Adayı Özcan Durmaz, “Tüm süreçlerin şahidiyim. Ona rağmen çok etkilendim. İyi ki bu belgesel yapılmış da yeniden ve bir bütün olarak hatırlatma ve üzerine düşünme fırsatı bulduk” dedi belgesel çıkışında…
İkinci dönemin Bergama Belediye Başkanı, genç kuşak siyasetçilerden ve şimdinin CHP Milletvekili Aday Adayı Mehmet Gönenç neden milletvekili olmaya talip olduğunu, 2 saatte en net şekilde anlatma fırsatı bulmuş olmanın mutluluğunu yaşıyordu.
CHP İzmir Milletvekili Tacettin Bayır’ı gördüm, milletvekilliği döneminde aldığı tüm maaşını kız çocuklarının okuması için burs olarak dağıtan ‘Çapacı Taco’yu; ağlamıştı…
Neptün Soyer’i gördüm… Musa Çam’ı gördüm… Kani Beko’yu gördüm… Gözleri ışıl ışıldı, sanki yeniden yeniden umutlanmışlardı.
İzmir’in en büyük salonu Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi, tıka basa doluydu. Ayakta izleyenler, ayakta bile izlemeye yer bulamayanlar oldu.
Belgesel yahu… Konser falan değil.
Öyle popstar falan yok salonda… Belediye Başkanı falan da yok. (Hepsi Ankara’da toplantıdaydı)
Bildiğin belgesel…
Uzatmayayım…
***
12 Eylül faşist darbesinden hemen sonra, tüm ülkenin umutlarının üzerinden silindirle geçilmesinin hemen ertesinde…
İzmir’in uzak ve küçük ilçesi Dikili’de başlayan bir ‘hayalperestler masalı’…
Yok yok ne masalı! ‘İmkânsız’ denilen birçok şeyin en gerçekçi destanı!
Düşünün, bir belediye başkanı geliyor ve…
Suyu ücretsiz yapıyor.
Ulaşımı ücretsiz yapıyor.
İlk defa Halk Ekmek’i kurup, maliyetine ekmek dağıtıyor.
Sağlık merkezi kuruyor, ücretsiz muayene ediyor, röntgen falan çekiyor. Yetmiyor ilacı da ücretsiz veriyor. “Bu ilçeye ambulans almadan, kendime makam aracı almayacağım” diyerek, ambulans alana kadar motosikletle gidip geliyor belediyeye…
Her şeyin yasaklı olduğu karanlık bir dönemde; ülkenin aklınıza gelebilecek tüm aydınlarını, gazetecilerini, yazarlarını, şairlerini, müzisyenlerini o ilçede topluyor.
Çocuk panelleri falan düzenliyor. Çocuk şenliği değil, çocuk paneli!
Halk meclisleri organize ediyor. Çeşitli kararları almadan önce mini referandumlar düzenliyor.
Yetmiyor; Yunan’ın Türk’e; Türk’ün Yunan’a en nefretle baktığı dönemde, Yunanistan’dan bir bölge ile kardeşlik köprüsü kuruyor. Hem de öyle yalandan iki imza ile yapılan protokollerden değil.
Sahiden…
Midilli’den Dikili’ye, Dikili’den Midilli’ye gemiler kalkıyor. Ortak festivaller düzenleniyor, çocukların ellerinde iki ülkenin birden bayrakları… Orada tanışıp evlenen Türk kız, Yunan oğlan bile var. Vallahi var, belgeselde kendileri anlatıyor. Birbirine düşman gözüyle bakanlar bir anda kardeşleşmenin keyfini tüm dünyaya gösteriyor. Hem de iki tarafta da bunu asla kabul etmeyecek olanlar çok güçlüyken…
2 Ayrı dönemde yaklaşık 20 yıl Dikili Belediye Başkanlığı yapan Osman Özgüven’i anlatan ‘Komünist Osman’ belgeselinden bahsediyorum.
Kendisini ‘komünist’ olarak falan da tanımlamıyor. Bir dönem SHP’den bir dönem CHP’den seçiliyor zaten. Ama ‘Komünüss bu’ diyerek onu karalayacağını zannedenlere de “Desinler, keşke komünist olabilsem” diye cevap veriyor.
“Tepeden tırnağa cesaret, her şey memleketi sevmekten ibaret” diye ortalarda geziyor ya şu sıralar biri… Hani cumhurbaşkanı adayı olmak için imza falan topluyor.
Onun gibi değil. Asla değil.
Ama ‘Tepeden tırnağa cesaret” ve insanları sevmekten ibaret bir isimmiş meğer ‘Komünist Osman’…
“Sen nasıl Dikili ile Midilli’yi kardeş ilan edersin ulan Yunan sevici” falan diye çıkışmaya başladıklarında, kalkıyor Dikili Belediye binasına bir Türk bir de Yunan bayrağı asıyor. Öyle bir cesaret…
Soruşturmalar, tehditler, cezalar… Deniz Baykal partinin başına geçince partiden atılmalar… Suyu bedava yaptı diye görevden alınmalar… Fethullahçıların en güçlü olduğu zamanlarda, cemaatin kasası denilen adamların siyanürle altın aramasına kafa tutmalar… Sürgünler… Neler neler…
Türkiye’nin temiz kalpli cesur yürekli gazetecilerinden Gökmen Ulu’nun bu harika belgeselini, bir köşe yazısıyla anlatmaya çalışma gafletine düşmeyeceğim tabi ki…
Ama şunu söylemeliyim: Eğer Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında sahiden bir şeyleri değiştirmeyi düşünen politikacılar varsa, işe bu belgeseli izlemekle başlasınlar!
Sahici bir hatırlatma yapıyor, sahici bir örneği görme ve sahici bir özeleştiri yapma fırsatı veriyor.
Sahici bir umudu gösteriyor çünkü!
***
Gökmen Ulu bu belgeseli yapmasaydı, hepimizin uzun yıllar ödeyemeyeceği bir vefa borcu kalacaktı Osman Özgüven’e… İyi ki, Osman Özgüven hala bizimle beraber bu belgeseli izleyebilecek durumdayken Gökmen Ulu bu borcumuzu hafifletti.
Osman Özgüven 80 yaşında… Belgeselin ve gecenin assolisti. Belgeselin sonunda tüm salon gözleri yaşlı şekilde onu ayakta alkışlıyorken, konuşmakta zorlandığı çok belliyken hem de, eline mikrofonu aldı ve ne dedi biliyor musunuz?
“Ben.. Ben” demedi…
“Biz” dedi, “Birleşirsek kazanırız. 14 Mayıs’ta bu iktidarı değiştirelim. Mücadele edelim” dedi.
20 yıl belediye başkanlığı yapmış, mühendis Osman Özgüven, emekli maaşıyla mütevazı bir yaşam sürüyor ve yaşadığı sıkıntılardan sonra geçirdiği kısmi felç nedeniyle konuşmakta güçlük çekiyorken; son iki cümle kuruyor ve ömrü boyunca yaptığı gibi kendisi için değil toplum için konuşuyor.
Salondakiler ayakta…
Salondakiler ağlıyor…
Çünkü onu ve onun gibileri sevdiren şey fırça bıyıkları, afili konuşmaları değil; samimiyetleri, sahicilikleri ve tüm yaşamlarını şekillendiren fikirleri…
Sen daha çok yaşayacaksın ‘Komünist Osman’
Çok yaşa KOMÜNİST OSMAN!
OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ: DÖRT KEÇİ, BİR FİKİR VE İKİNCİ YÜZYIL…