Geçtiğimiz hafta bu köşeye bir yazı yetiştirememiştim. Hal böyle olunca, önlerine kurulan barikatların ardında gecenin karanlığını aydınlatan, dik ve kararlı duruşlarıyla, derin bir sessizliğin orta yerinde kalan herkesi şöyle bir silkeleyen madencilere bu yazıyla bir selam vermek istedim. Onlar ki daha önce de defalarca tecrübe edilmiş bir eylem biçimini, o gün yollara düşerek yeniden hayata geçirmek üzere yan yana geldiler. Onur ve cesareti kuşanıp, emeğin kendisi kadar tertemiz bir inançla, ekmeğe ve el konulan haklarını almaya yürüyorlardı. Haliyle önlerine barikatlar kuruldu hemen. Ama gün sonunda, o barikatları kuranların, sesleri karanlığı yırtan işçilerin cesareti karşısında ne hale geldiğini hep birlikte izledik. O cesaret ki tek başına günlük yaşamda karşılaşılan sorunların dayanılmaz bir hale gelişinden değil, aynı zamanda tarihsel bir haklılıktan gücünü alıyor. O cesaret ki tek tek yoksulluğa mahkûm edilmiş insanların değil, bir sınıf olmanın bilinciyle harekete geçmiş ve kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan işçilerin alnının teriyle besleniyor.
O madencinin deyimiyle ifade edecek olursak; “kıçı kırık bir patrondan hesap soramayanlar”, o gece işçilerden hesap sormaya çalışıyordu. Ama bazen tüm hesaplar alt üst olur ya; o gün yaşananlar tam da böyle bir yanlış hesabın varlığını gözler önüne serdi. Gözün gördüğü her şeyde emeği olan, hünerli elleriyle güvenli ve yaşanabilir bir geleceğe sıkı sıkıya tutunmuş işçilerin hiç de öyle sus pus olmayacağını uzun zamandır bu kadar net bir şekilde görmemiştik. Gecenin sonunda bunu anlamış olduk. Bazen aklın ve mantığın bileylediği yürekten cesaretle çıkan bir iki cümle, çürümüş bir düzenin sahiplerinin karşısında umudu ve inancı ateşleyen bir güce sahip olur. “Vallahi de billahi de sizden korkmuyoruz” diyordu ya yüzünde kömürün karasıyla yollara düşen bir emekçi. O sözleriyle, dilimize dolanan ve çoğu durum karşısında tekrar ettiğimiz “cesaret bulaşıcıdır” sözünün ne anlama geldiğini bir ders edasıyla dostun da düşmanın da anlayabileceği bir şekilde anlatıyordu o an hepimize. Sağ olsun, var olsun, selam olsun.
Muhtemeldir ki o gecenin sabahında güneş; yollara düşen, önleri kesilen, yürümeleri engellenen, buna rağmen barikatta cesareti kuşanan işçilerin üzerine daha farklı doğdu. Ekmek için, çocuklarının geleceği için, bedeninden kopan parçanın, yetmedi yaşamdan kopartılan emekçilerin hakkı için yan yana gelmiş insanlar açısından kol kola girip verilen her mücadele fazlasıyla öğreticidir. O barikatın önünde söylenen her söz alın yazısı diye yoksulların önlerine konulan sefaletten hesap sorar. Kazanır ya da kaybeder, burası bilinmez ama yoksulluğun ve sefaletin bir kader olmadığını, kendi kaderini kendisinin yazabileceğini öğrenir mücadeleye girişen her insan. Bu yüzden devrin karanlığının karşısında hala alt edilememiş bir umutla geleceğe yürüyen milyonlar var.
Şair diyor ya “hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel” diye. Bir gün mevsimler de dönecek biliyoruz. Tarihin akışı değişecek. Ve işte o büyük gün geldiğinde işçilerin, yoksulların, teslim olmayanların iradesi coşkun akan bir sel gibi, emeğin hakkına el koyan kim varsa önüne katıp tarihin karanlık sayfalarına sürükleyecek. İşte tam da o gün dert olmaktan çıkacak ekmek. Ve bu ülkenin yoksulları en güzel şarkılarla yan yana gelip hürriyet günlerinin, adaletin ve eşitliğin keyfini çıkartacak. Keyif çayları da bizden olacak bu kez.