Sonbaharın son gününde ‘acı bir yel esti’ İzmir’de…
Sadece yer değil, binalar değil, ruhlarımız sarsıldı.
Sadece enkazlar değil, ruhlarımız toz duman içinde kaldı.
Sadece çocuklarımızı, dostlarımızı değil, ruhlarımızın sevinen yarısını toprağa verdik.
Beklemenin; ümitle çaresizlik arasındaki sırat köprüsünde gidip gelmek olduğunu, 33 saat gözlerini hiç ayırmadan enkaza bakan Fatma'nın yüreğinden öğrendik.
Ali'yi beklerken, canlı çıkan kediciğin şaşkınlığıydık.
Enkaza giden sedye, ümidimiz oldu. Siyah ceset torbalarına hepimiz sığdık.
Plastik eldivenli başparmağı sımsıkı kavrayarak küçücük el ile tutunduk hayata!
Silahlı korumalarla aramıza dalan lacivert takım elbiselilerden tiksindik. Dostlarımızın omuz başında dayanışmayı hissettik.
"Ali, yok artık! Nerelere gideyim? Ne yapayım?"diye ağıt yakan Fatma'nın gözyaşı yaktı içimizi.
Çocuklarımıza sarılıp uyumaktan utandık.
Ta uzaklardan koşup gelenlerle tazelendiinsana olan inancımız.
Şov yapanlara karşı arttı öfkemiz.
Biz biliyorduk zaten, bir kez daha hissettik, yaşadık; “Dayanışma inceliğimiz!”
Dayanışırken de unutmadık hesap sormamız gerekliliğini,canlarımızı bizden alanlardan!
Kolonlara koymadığınız demir olup kafanıza ineceğiz bir gün mutlaka!
Nefret paylaşımları yapanları gözaltına alıp bıraktınız;dostlar alışverişte görsün!Siz, sadece deprem paralarını değil, bu toplumun "kardeşlik" duygusunu da “iç ettiniz.”
"Acıyan yeri yok!" diyorsunuz ya; siz annesizlikten, kimsesizlikten ne anlarsınızBakanım!
Köfte de ayran da sizin gibilere zehir zıkkım olsun!
Deprem; doğal afet değil, siyasi afet sayenizde!
Siz, semirttiğiniz müteahhitleriniz aldı canlarımızı!
Acımıza öfke karıştı sayenizde!
Neyse ki size ihtiyacımız yok bizim!
Küçük ellerle hayata tutunur, dayanışma ile gönenir, sağ çıkan kediciklerin tüylerinde ısıtırız yüreğimizi.
Kırmızıleğen içinde çadırlara pişi dağıtan,teyzenin ellerinden doyururuz karnımızı,
Acıyı bal eyler,
Öfkemizi harlar,
Yaprak döker bir yanımız,
Bir yanımız bahar bahçe
Yolumuza devam ederiz.