Bazılarına göre doğal bir afet olan depremlerde ölmek kaderimizde var. Bu anlayışta olanlara göre; fay hatlarındaki kırılmalar nedeniyle depremler olur ve insanlar ölür. Bunların hepsi kaderimizdir ve kaderden kaçmak mümkün değildir.
ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezinin verilerine göre 2020 yılında tüm dünyada 6.0 ve üzeri şiddette toplam 105 deprem meydana geldi. Bu depremlerden 9 tanesinin şiddeti 7.0 ve üzerindeydi. Bu depremlerin tümünde 202 kişi öldü. 2020 yılında meydana gelen depremlerde ölen 202 kişinin; 41’i 6.7’lik Elazığ depreminde, 9’u 5.8’lik Van depreminde, 1’i 5.9’luk Bingöl depreminde ve 114’ü 7.0 şiddetindeki İzmir depreminde hayatını kaybetti. Yani 2020 yılında deprem nedeniyle tüm dünyada ölen 202 kişinin 165’i Türkiye’de öldü. Meksika’daki 7.4’lük depremde 10, Papua Yeni Gine’deki 7.0’lik depremde 1 kişi yaşamını yitirdi.
Bu sayılara bakıp tekrar soralım; depremde ölmek kader mi?
Konuya ister bilim temelli ister inanç temelli bakın, depremde ölmek kaderimiz değil. Kendi elimizle yarattığımız kötülüğün sonucu. İnanç üzerinden bakarsanız tedbir almadan tevekkül ettiğimiz için, bilim üzerinden bakarsanız binalarımızı bilime uygun şekilde yapmadığımız için suçlu biziz.
Depremlerde binaların yıkılmaması için, yani ölmememiz için neler yapılması ve bunların kim tarafından yapılması gerektiğini biliyoruz. Ortada bilmediğimiz bir durum, yapılması gereken bir icat söz konusu değil. Yani yapılması gerekenler konusunda bilim çaresiz değil. Hepimizin bildiği ama yapmaktan inatla kaçındığımız şeyleri yapmadıkça depremlerde ölmeye devam edeceğiz.
Binalarda hasar tespiti yapma yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ait. Bakanlık görevlileri bu yetkiye dayalı olarak kısa sürede binaların hasar durumunu belirledi. Önümüzdeki günlerde bu tespitlerin doğru olup olmadığına ilişkin tartışmaları duyacağız.
Bakanlık tarafından yapılan hasar tespitleriyle ilgili iki hususu gözden kaçırmamak gerekli. Bunlardan ilki yapılan tespitlerin “gözleme” dayalı olduğu. Yani gelen görevliler, binalarda gözlem yaparak hasar durumunu belirliyor. Binaların projeleri, beton yapıları, tüm katları ve taşıyıcı sistemleri incelenmiyor, beton analizleri veya karot testi yapılmıyor. İkincisi ise yapılan tespitin deprem nedeniyle ortaya çıkan hasarı belirleme amacıyla sınırlı oluşu. Binalarda deprem öncesinde ve deprem dışı nedenlerle hasar olup olmadığı, binaların yapım tekniği veya yaşı nedeniyle riskli yapı vasfında olup olmadığı araştırılmıyor. Bu nedenle bakanlık görevlilerinin yaptığı tespit sonrası binanızın hasarsız veya az hasarlı olduğunun söylenmesi tümüyle güvenli olduğu anlamına gelmiyor. Yapılması gereken şey, binanın riskli yapı olup olmadığını tespit etmeye yarayacak ayrıntılı ve teknik incelemelerin yapılması.
Deprem yaşandıktan sonra bir daha ölümlerin olmaması için neler yapılması gerektiği tartışılıyor. Yapılan tespitlerin niteliği ve amacı dikkate alındığında önümüzdeki günlerde yapılması gereken ilk şey; depremden en çok etkilenen yerlerden başlanarak ve öncelikle 20 yaşından eski tüm binaların riskli yapı olup olmadığının tespitinin zorunlu hale getirilmesi olmalıdır. Yapılacak testler sonucunda riskli yapı olduğu belirlenen yapılar boşatılmalı ve kentsel dönüşüme tabi tutulmalıdır.
İlk elden yapılması gereken bu ama siyasi iktidarın bunu yapacak kararlılığı da buna ayırdığı parası da yok görünüyor. Zira deprem vergilerinin nereye harcandığına dair basit soruyu bile cevaplamayan, ekonomik bozulmayı önlemek için somut hiçbir adım atmayan iktidarın binaların riskinin tespiti ve yenilenmesi için kendiliğinden para ayırmasını beklemiyoruz.
O halde yurttaşlar olarak bizim yapmamız gereken ilk şey; halktan topladığı vergiyi halkın yararına en başta da halkın güvenli evlerde yaşamasına harcamakla görevli iktidarın bunu yapmasını sağlamak için demokratik baskıyı oluşturmaktır. Riskli binaların tespit edilip boşaltılmasını ve bu binalarda oturanlara güvenli konutlar verilmesini talep etmeliyiz. Tüm binalar incelenip riskli olanlar yenilenmedikçe hiçbirimiz güvende olmayacağız.