Geçmek bilmeyen bir ay Eylül… İlk günü, beyaz tülbentlerimizle, güvercinlerle, zeytin dallarıyla ‘BARIŞ, BARIŞ,BARIŞ!!!’ diye haykırırken, yurtta ve dünyada savaş son hızıyla devam ediyor. 65 yıl önceki 6. ve 7. Günlerindeki yağma, talan, tecavüz, ölüm Hrant’ın ayakkabısının deliğinden sırıtıyor hala…
‘Affedersiniz, Ermeniler, Rumlar gibi Kürtler de insan’ deseler de, Sakarya’da atılan yumruğun Diyarbekir zindanında atılandan farkını gören var mı? (Var tabii; ‘Kürt olduğu için değil, emekçi olduğu için yediler o yumruğu’ diyen Sol’cu tayfayı unutmuşum.) Ape Musa’yı katledenler ile Kürt’ü helikopterden atanları, sonbahar yapraklarını önüne katan rüzgar - hatta fırtına-olup, bir daha geri gelemeyecekleri bir zamana göndermenin zamanı geldi de geçiyor değil mi?
Çoğunlukla Kürtlerin iradesi olan Selahattin Demirtaş’la ilgilenecek Savcı’nın bindiği helikopter, gittiği tatil, şıracıları, bozacıları, el öptüğü saraylısı… derken, aklıma Ruhi Su geldi. 12 Eylül katillerinin –tedavi edilmek üzere yurt dışına göndermemek suretiyle- yine bir Eylül gününde öldürdükleri ozanın dizesi; ‘Sorarlar bir gün sorarlar!’ Soracağız. Mutlaka soracağız. Mutlaka.
Sonbaharın romantik hüznünün yerini, salgında yitirdiklerimizin acısı, emekçileri çarkların dişlileri arasında öğütmek için gözden çıkaranlara duyduğumuz öfke aldı. Bu süreçte canını dişine takıp can kurtarmak için can veren iyi hekimleri, halkın hekimlerini salyaları akarak tehdit eden, hedef gösteren, piskevit yiyemeyesice, sarayın bahçelisinin parti ambleminin, her eylül fırtınasında yıkılan evlerin duvarlarında olması faşizmin bir cilvesi her hal!
Kadınlara tecavüz eden, katleden katillerinin kurt şeklini almış ellerini kırarak, kurtları özgürlüğüne kovuşturacak ‘Kurtlarla Koşan Kadınlar’ olacak! Tıpkı, kendilerini hedef gösteren, saldıran ocakları söndürecek olanın gökkuşağının çocukları olması gibi!
Her fırtına eninde sonunda diner. Yıkıntıların, kayıpların yasını tutmak kalır bize. Yaprak dökerken bir yanımız, arınmazsak örgütlü kötülüklerden, soramazsak hesaplarımızı, bahar bahçe yapmayı beceremezsek öbür yanımızı işimiz zor!
Her eylülde, okul yolunun düzünü bulamayan çocuklarımızı kurtaramazsak tornaların, şeyhlerin dişleri arasından, şeker, bisküvi yediremezsek ayrımsız hepsine, koruyamazsak ırkçılığın kurşunundan, tokadından ne fırtına biter ne de acılar!