Ekonomi nasıl toparlanır? Bu soru, kuşku yok ki tüm toplumsal kesim ve bireylerin üstüne düşündüğü bir sorudur. Sorunun cevabı muhakkak çok katmanlı ve bir gazete köşesinin boyutunu aşar. Ama bazen çözüm başlamakla, ufak adımlarla ilerlemekle bulunur.
Maalesef ülkemiz çok kötü bir ekonomik krizin içindedir. Hatta bu bir kriz değil, uzun süreli bir bunalımdır. Bunalım hem ekonomik hem de sosyal her alanda yaşanmaktadır. Bunalım şuna benzemektedir; insanlar kötü bir gribe yakalanabilir. Bu onları belli bir süre yere serer ve bünyeleri kuvvetli olduğunda, iyi ilaç aldıklarında tekrar ayaklanırlar. Lakin Türkiye bir gripte değil, bir çeşit kanserde gibidir. Kısa süreli tedavi değil, uzun süreli yapısal reform ve iyi bakım tedavi için şarttır.
Peki, buradan nasıl kurtuluruz? Nasıl tekrar ayağa kalkarız? Amerika’yı tekrardan keşfetmeye gerek yoktur. Dünyada neo-liberal paradigma bitmiştir. Yerine Daron Acemoğlu’nun önerdiği gibi refah ekonomisi geçme eğilimindedir. Bu da sosyal demokrasi için çok iyidir.
Refah ekonomisi, hane-halkının gelirini arttıran bir sistemdir. Ekonomi, devlet tarafından düzenlenir, özel sektör regüle edilir ve vergi politikaları ile kamu yatırımları vasıtasıyla refah halka yayılır. Yani ekonomik pastadan toplumun geneli payını alır.
Refah ekonomisi için devlet de refah devleti olmalıdır. Kapsamlı bir ekonomik dönüşüm için kapsamlı bir devlet dönüşümü gereklidir. Esasen devlet kurumsallığının çöktüğü günümüz dünyasında devletin refah devleti şeklinde tekrarda yapılandırılması da daha kolay olabilir. Zor olanı ise vergi politikalarını, hadi adını verelim ÖTV’nin ve KDV’nin normalize edilmesini sağlamaktır. Misal, standart binek otomobile yüzde 80 ÖTV verilmesi abartıdır. Yüzde 20’lere ve hatta daha altına düşmelidir.
Vergi politikasının değişimi için ise devletin dönüşümü şarttır. Devlet ve bağlantılı olarak siyaset dönüşünce gerisi gelir. Ama yetmez. Zira özel sektöre sirayet edecek bir dönüşüm de şarttır. Bu dönüşüm topyekûn Keynesçi-Fordist ekonomi ile sağlanır. Şimdi, Keynes şunu söyler; kamu öyle bir düzenleme yapmalıdır ki iç talep arttırılmalı ve bu artan talep iç üretimle karşılanmalıdır.
Keynesyen-Fordist ekonomiye göre, devlet ivedilikle geniş bir istihdam imkânı sağlar. Bu kişilere iyi maaş verilir. Ayrıca özel sektör de maaşları arttırır. Çalışanların maaşlarının iç talebi arttırması sağlanır. Bu günümüzde ödemelerin nakit yanı sıra çeşitli yan haklar, hediyeler biçiminde de olabilmesi anlamına gelir. İyi maaş alan ve iç üretimle karşılanacak şekilde talepte bulunan kamu ve özel sektör çalışanları da böylece piyasayı canlandırır. Bu canlanan piyasa, içeride zaten önceden refah devleti ile anlaşan üretici sermaye sayesinde yeni istihdam sağlar. Böylece işsizlik de azalır. Yani refah devleti – üretici sermaye iş birliği ile öyle bir düzen sağlanır ki kamu kesiminden başlayan piyasaya para akıtma işi, özel sektöre talep olarak giderken, sürekli birbirini besleyen arz – talep döngüsü kurulur. Burada tek sorun, Türkiye gibi ülkelerin her bir yeni iç üretim için enerji vb. ithalata bağımlı olmasıdır.
Öyleyse yapılması gereken bu refah ekonomisini ihracat ile de desteklemektir. Yani milli üretime biri kamudan diğeri dış alemden iki etki ile uyarıcı sağlanmalıdır. Böylece ülke iki taraflı olumlu etki ile milli bir kalkınma sürecine girebilir.
Aslında bazı şeyler basittir. İlkin kamu kesiminin yaptığı harcamayı memur, emekli ve öğrenci kesimine sevk etmek gerekir. Bu kesim ülkede talebi arttırır. Artan talep, öncesinde arttırılmış olan sanayi üretiminin çarklarına can suyu olur. Yani alan ve satan memnun olur. Satan iyi maaş ödeyerek çalışanlarını mutlu eder. Bu sefer çalışanlar daha da satın alma yapar. Böylece vergi geliri de artar. Artan vergi gelirleri ile kamunun verdiği maaş ve sair ödemelerin kaynağı yaratılmış olur. Bu sürecin başlaması için israfın önünün kesilmesi, değişik adlarla değişik işler yapan vakıflara aktarımların durması, memura-emekliye-öğrenciye, emeklerinin karşılığının verilemeye başlanması gerekir. Türkiye bunu başarabilir.