80 sonrası dönemde apolitiklik, futbol taraftarlığı ile çokça özdeşleştirilen bir durumdu veya tam tersi; futbol taraftarlığı, apolitikliğin simgesi haline gelmişti. “Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu” gibi derin anlamlı özdeyişler üretilip varyasyonları sağa sola salınıyor, sanata, basına, akademiye de sirayet eden “politika bizim neyimize, biz sanatla, bilimle uğraşırız” söylemleri altında, 80 darbecileri ile boy boy fotoğraflar paylaşılıyordu.
Apolitik olmak, bir dönem açısından rağbet gören, moda bir yaklaşım olarak popüler kültür raflarında yerini alırken, bir kısım bunun ağır bir eleştirisini yapıyor, bir kısım ise bireyselleşmenin yolunu açan bu modanın daha tutarlı bir politik hattın oluşmasında önemli olduğunu savunuyordu. Zaman her iki yaklaşımının da tam anlamıyla bir doğru içermediğini gösterdi. Futbol, sanat, basın ve bilim, yani aklımıza gelebilecek bizi insan yapan her şeyin politik olduğunu ve hatta siyasetten bile daha politik olduğu gerçekliğini her gün kafamıza vurdu.
Futbol sadece futbol değildi, sanat da sadece sanat, hatta bilimde sadece bilim değildi. Öyleydi de bunun insana faydası veya zararı var mıydı, varsa neydi, sorular, sorular…
Tüm bu sorulara yanıt aramak gerekli elbette ama bir köşe yazısında yapılamayacağına göre en azından bir soru ile birazcık olsun uğraşabiliriz belki; futbol siyasetten daha demokratik bir siyaset alanı üretebilir mi?
İlk bakışta ağızdan çıkıveren “hadi canım sende”, sonrasında gri bir alana dönüşür ve yanıt “belki olabilir”e evrilebilir. Neden mi? Aslında ekonomik gücünü taraftarını vergilendirerek almayan, tamamen gönüllük esasına dayalı ekonomik ve psikolojik destek isteyen, çoğu halka açık anonim şirket olmalarına rağmen, taraftar baskısına dayanamayıp, futbolcu, teknik direktör ve hatta kulüp başkanı değiştiren, medyada, sosyal medyada hakkında rahatlıkla ve eleştiri sınırlarının çok ötesinde atıp tutabileceğimiz, nasıl yönetileceğine ve nasıl başarılı olabileceğine ilişkin yazıp çizebileceğimiz, çok canımızı sıkarsa tribüne gidip ağzımıza geleni söyleyebileceğimiz bir alan değil mi?
Hatta istatistiksel bilgilerin oldukça önemli sayıldığı, başarıyı ve başarısızlığı anlamada bilimsel verileri kendisine dayanak yapan ve bu anlamda bilimsel dayanağı olan bir işleyişe sahip mi?
Şimdi bunun karşısına “Almanya’da da benzin 1 euro, bizde de 1 euro” diyeni koyalım. İstediği gibi vergi alıyor, hem de bize sormadan, dolaylı destek değil, doğrudan ekonomik desteğimizi bize sormadan kaynakta kesiyor, eleştiri şansı pek yok, biraz yüksekten gidilse, bedeli yine halktan alınan gücü ile kapına dikilebiliyor, hatta özgürlüğünü elinden alabiliyor, değiştirmek, seçim talep etmek falan hak getire.
İstatistik mi, “onlarda asgari ücret 1600 Euro bizde ise 250 Euro” verisini dikkate almıyor, hatta partizan bir anlayış, karşına dikilip bilimi, matematiği bile alt üst edebiliyor, nihai tahlilde “çıkar bakayım cep telefonunu” hukuksal, siyasal, bilimsel her söylemin yerine kullanılır hale gelmişse, acaba hangisi daha demokratik demekten alıkoyamıyor insan kendini.
İster illüzyon ister gerçek ve belki Zizek haklıdır ama futbol galiba daha demokratik;
“Çılgınca saplantılı etkinliklere kalkışmaya eğilimliyiz kâğıt toplayıp dönüştürmeye, satın almaya, falan organik yiyecekler böylelikle, bir şeyler yaptığımızdan, bir şeylere katkıda bulunduğumuzdan emin oluyoruz, tıpkı evindeki televizyonun başında bağırıp çağırarak, hop oturup hop kalkarak takımını destekleyen ve bu yaptıklarının her nasılsa sonucu etkileyeceği yollu bir batıl inanca saplanmış futbol taraftarları gibi.”[1]
[1] Slavoj Zizek, Antroposen'e Hoşgeldiniz (Tin Kemiktir Serisi 4. Kitap), Encore Yayınevi · Mart 2012