Erdoğan düşük faiz politikasının büyüme ve ihracatı güçlendireceğini söyleyerek dünyada olmayan bir ekonomik modeli ortaya attı. Böyle bir model hiç bir yerde yok. Türkiye’nin küresel piyasalara ve küresel mali sisteme son derece entegre ve uluslararası sermaye akışıyla beslenen bir ekonomi yapısına sahip. Erdoğan'ın ekonomik kurtuluş savaşı fikrine ise ekonomi uzmanları bu tanımı ve dayatmayı gerçek dışı buluyor ve uyarılarda bulunuyorlar. Bu bağlamda siyasi islam anlayışını dayatan AKP'nin faiz/ enflasyon takıntısı, enflasyonu yüzde 50'lerin üstüne çıkardı. Yüksek enflasyon halkı yoksullaştırdı, yerli ve yabancı özel yatırımları engelledi, gelir dağılımını ve sosyal huzuru bozdu. Eğer iktidarın faiz takıntısı devam ederse daha da bozulacak. Enflasyonla mücadele etmek isteseler, önce bir istikrar programı yapar, ekonomi ve mali politikalarını koordineli olarak planlamaları gerekirdi. Ancak iktidar böyle bir yola hiç bir zaman başvurmadı ve dün olduğu gibi bugün de gözleri körfezin petro/dolarlarında çevirdi. O yüzden ekonomi darboğaza girdiğinde körfeze yelken açan iktidar belli ki "almayı" çok severken, "vermeyi" asla sevmediğini bir kez daha gösterdi. Daha önce 15 Temmuz darbesini destekledi diye "şerefsiz" dedikleri, Birleşik Arap Emirlikleri Başkanı Zayed'i, Kasım ayında geldiği Türkiye'de büyük bir şatafatla karşıladı. AKP'nin bu davranışında "almak" düşüncesini görebilirsiniz... Türkiye'nin Ortadoğu politikası da Batı ile olan ilişkisi gibi 1 ileri 3 geri vitesle nereye gittiği belli olmayan bir şekilde devam ediyor. Bakın Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri'ne ‘80 uçak satma, 7 bin kişilik istihdam oluştuma' gibi girişimlerle yüksek teknoloji satıyor. Bu sözleri AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan duyuyor muyuz? Keşke duysaydık. Ama öyle bir şey yok. Duyduklarımız ve konuştukları ise; sadece SWAP anlaşması, dolar... ‘Bir an önce para ver’...‘Kanal İstanbul’a para getirin’ gibi imar rantından başka bir şey duymuyoruz. Yine katma değeri olmayan, ülkemize kalıcı zenginlik getirmeyecek, daha tehlikelisi; en stratejik tesislerimize, küçük bedeller karşılığında bu ülkeleri ortak etme niyeti konuşuluyor. Bunun neresi dış ticaret neresi dış politika? Bırakın bunları yapmayı üstüne üstlük, Erdoğan ve iktidar mensupları istemedikleri bir şey olunca, üstünü örtmek istedikleri her şeyi dış güçlere bağlama gibi bir sahte algı yaratma çabasına giriyorlar. Gerçi iktidarın ezberin de sarayın yeni Hazine Bakanı Nurettin Nebati bozdu ve " dış güçler diye bir şey yok" dedi. İşi bitirdi. Zaten "dış güçler" sözünün halk kesiminde alıcısı da yok artık. Halk Türk lirasını zayıflatmak için kim ne operasyon yaptıysa onun açıklanmasını istiyor. En son Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin kardeşi Seydullah Nebati, Merkez Bankası toplantısı ve açıklanacak faiz kararı öncesi yaptığı açıklamada “ Kanaatimce bir puan falan gibi bir indirim yapacaktır” ifadelerini kullanmış ve dediği gibi de olmuştu. Bu da dolar operasyonunun arkasında dış güçler olmadığını, saraya yakın güçlerin olabileceği iddalarını güçlendirmiştir. Bu sefer biz de halk adına buradan şöyle soralım; kim bu iç güçler? Bir kurtuluş savaşı varsa, sancağı Türk lirasıdır. Birileri yaptı da siz bunu engelleyemediyseniz, zayıfsınız demektir. AKP seçmenini alıştırdıkları algı yönetimiyle ortaya koydukları Kurtuluş Savaşı'nı, 2022 yılının harcamadan tükenen bütçesi gibi, şimfiden kaybetti demektir. Merkez Bankası artık bağımsız olmaktan çıkmıştır. Ekonomideki bu gelişmeler seçim atmosferine girildiğini ve faizin daha da geriye çekileceği, radikal adımlar atılacağının işaretini çoktan vermeye başladı. İktidar seçime giderken, piyasaya para pompalaması için faizleri geri çekebilir ve bu durum ise döviz kuru ve enflasyonun gözden çıkarıldığı anlamına gelir. Yani seçim öncesi piyasaya para pompalanarak piyasayı canlandırmayı hedefliyorlar. Neden mi? Vatandaşı yıllardır ev araba almaya teşvik eden ve bankalara borçlandıran iktidar halkın zorda olduğunu biliyor ve piyasalara para sürerek geçici bir rahatlama sağlayarak seçimde oy devşirmeyi planlıyor. Ancak bu seneryo hiçbir şekilde işe yaramaz. Ok yaydan çıkmış, ekonomik krizi de aşmış büyük bir buhran yaşanıyor. Siyasi İslamcı AKP iktidarı, ekonomik soruna kendi kültür ve popülist penceresinden baktığı için, sorunun kangrene dönüştüğünü görmüyor ve görse de çözme gibi bir derdi yok gibi davranıyor. Üstüne üstlük, Erdoğan'a yakın bir ismin, "Ekonomik OHAL olabilir" açıklamaları güvensizliği daha da derinleştiriyor ve bu tür sorumsuzca ve ciddiyetten uzak söylemler, iktidarın artık yolun sonuna geldiğini gösteren bir başka boyutunu ortaya koyuyor. Bir taraftan ithalata bağımlı üretim yapısı, işsizlik, enflasyon cari açığı artırmaya devam ettirirken diğer taraftan. Merkez Bankası rezervlerini bitiren, Kamu-Özel işbirliği beton ekonomisiyle bugünümüzü ve geleceğimizi ipotek altına alan ekonomi anlayışı saray iktidarının sonunu hazırlıyor. Oku yaydan çıkaran nedenlere bakacak olursak; siyasi muhalefetin erken seçim çağrıları ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun helalleşme ve hesaplaşma vurgularıyla hem siyasi ve sosyal muhalefete hem de iktidar cephesi içindeki hoşnutsuzları arayışa itmeye başladı. Yine Türkiye'de hem siyasi hem sosyal olarak büyük bir yozlaşma ve devlet kurumlarında yaşanan erozyon artık toplumun bütün kesimleri tarafından görünür hale geldi. AKP iktidarı yönetim anlayışını 360 derece değiştirse de, kurtuluş yok. Çünkü, hukuk, demokrasi, özgürlükler ve güven yok. Çözüm; ekonomi önce dip yapacak. Sonra siyasi iktidar değişecek. Devletin kamu olanakları parti hegemonyasından kurtarılıp, medeni dünya ile buluşacak olan Türkiye tekrar normal istikrar sürecine girebilir. AKP ve MHP saray bloğunun gideceği ve muhalefetin oluşturduğu millet ittifakının ilk seçimde iktidara geleceği artık şimdiden görünüyor. Buradan muhalefete de bir parantez açmak istiyorum. Seçimleri kazanıp yönetime geldiklerinde, başarıyı "almak" şeklinde hareket ederse, her şeyi yandaşa ve 5'li müteahhite "alan" ve halka hiç bir şey "vermeyen" AKP gibi kaybeder. Oysa başarı "almakla" değil "vermekIe" başIar. İktidara, "geliyor, gelmekte" olan"lara duyurulur.