Esnaf lokantalarına bayılırım. Bulunduğunuz bölgede en temiz ve uygun fiyatlı yemeği yiyebileceğiniz yerdir. Ayrıca su ve çay bedavadır. Esnaf lokantası adından da anlaşılacağı üzere daha çok etraftaki esnafların gidip yemek yediği yerdir. Küçük esnaf candır. Küçük mahalle insanlarının gittiği esnaflar vardır. Bakkal, kasap, manav, berber, ayakkabı tamircisi, kahvehane, terzi, tüpçü, bunlardan ilk aklıma gelenler. Hepimiz onları tanır bilirdik. Evin anahtarı bazen onlara teslim edilirdi. Yıllar geçti mahalle esnafı yavaş yavaş yerini büyük şirketlere bıraktı. Güzelim diyaloglar kaybolmaya başladı.
“Abla bu peynir sana yaramaz. Zeytinim çok güzel”
Canın sıkkınsa;
“Gel otur bir çay iç öyle git. Bir soluklan önce”
Keyfin yerindeyse;
“Bir tavla atalım mı?”
Küçük mahalle esnafının bazıları büyük binaların, iş merkezlerinin etrafına dağılmaya başladı. Küçük çay ocakları hepimizin uğrak yeri oldu. Alışkanlıklarımızı buralarda da devam ettirmeye çalıştık. İş hayatımızda etrafımızdaki tüm esnaflarla ilişki kurmaya çalıştık. Çaycı Faruk, köşe başındaki bakkal Erdal, gevrek aldığımız Hasan ağabey ile arkadaşlık dostluk kurduk.
Küçük camekânlarda kışın ellerini ovuşturarak, yazın sıcakta güneşin altında bekleyen emekçi küçük esnafımıza destek olsun diye sabah kahvaltılarımızı ondan aldık.
Kıbrıs Şehitleri Caddesi ve kesen sokaklar esnafların yoğun olduğu yerlerdir. Cadde üzerinde yıllarca uğrak yerimiz olan çay ocağı kapanınca ara sokaktaki Akan Çayevine gitmeye başladık. Önce Veysi ile tanıştık. Yıllar sonra Veysi ve Ahmet’in yanına Faruk geldi.
İlk karşılaştığınızda kolundaki dövmeleri (Özellikle “Faruk” dövmesi şahsına münhasırdır) görüp kendinizi geri çekip belki iletişim kurmak istemezsiniz, sonra o gülen yüzüyle masanıza gelip birkaç espri yapıp, saygıyla yanınızdan ayrılır. Her cümlesine “Gerçekten” diye başlar.
“Üç çay alabilir miyiz?”
“Gerçekten hemen getiriyorum”
Faruk “Görünüşüne aldanmayın” cümlesinin ete kemiğe bürünmüş halidir. Şöyle yukarıdan aşağıya süzdüğünüzde inanamayacağınız “Hadi canım” diyeceğiniz cümleler kurarsınız. Yan masayla İngilizce konuşunca gözlerimize inanamamıştık. Sonra bir dönem İngiliz sevgilisi olduğunu öğrendik.
Yıllarca Adana’nın kavuran -Yaşar Kemal’in dediği gibi- ‘Sarı Sıcağında’ tarlalardan karpuz kaldırmış. Cahit Külebi’nin şiirinden fırlamış gibiydi. Senin dudakların pembe/ ellerin beyaz/ al tut ellerimi bebek/ tut biraz/ Benim doğduğum köylerde/ şimal rüzgârları eserdi/ ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır/ Öp biraz…
Yolunuz Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne düşerse mutlaka Akan Çayevine uğrayıp gerçekten Faruk’un elinden bir çay için. Gerçekten buna değer.