Geçtiğimiz Pazar günü, 17 Mayıs Uluslararası Homofobi, Bifobi, İnterfobi ve Transfobi Karşıtı Gün idi. 17 Mayıs 1990 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliği hastalıklar listesinden çıkardı. LGBTİ+’ların maruz kaldığı nefret, ayrımcılık ve hak ihlallerine kamunun, yetkililerin, medyanın, politikacıların dikkatini çekmek için 2004 yılından beri, bugün dünya genelinde kutlanıyor. 2006’dan beri de Türkiye’de kutlanıyor.
Lgbti+ ve kadın örgütleri bu güne dair çeşitli mesajlar, basın metinleri yayınladılar. Açıklamaların ortak noktası, zaten çok zor olan yaşam ve çalışma koşullarının salgın sürecinde daha da ağırlaşması. ‘Evde kal’ çağrıları, aileleriyle birlikte yaşamak zorunda kalan Lgbti+’lar –özellikle gençler- için şiddet riskinin artması demek. Zaten en çabuk gözden çıkarılan işçiler arasında olmaları, bu süreçte işsiz kalma olasılıklarını arttırdı.
Bar, pavyon, gece kulübü gibi mekanlarda çalışanlar, buraların kapatılmasıyla haftalardır işsizler. Yaşamını seks işçiliği yaparak idame ettirmeye çalışanlar için ise durum gerçekten vahim. Yoksullukları, yoksunlukları katmerleşmiş durumda. Normalde sosyal güvenceden yoksun oldukları için sağlık hizmetlerinden yararlanamayan ya da hastanelerde her türlü ayrımcı muameleye maruz kalan bu kesim deyim yerinde ise ölüme terk edildi. Cinsiyet değişimi için gerekli ilaç ve tedavi hizmetine ulaşmak neredeyse imkansızlaşmış.
Bunlar yetmezmiş gibi, en etkili ve yetkili ağızlardan, onların kötülük yazıcılarından nefret kusuluyor her daim. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Ramazan ayının ilk Cuma günü verdiği hutbede "Ey insanlar. İslam, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir bunun hikmeti. Yılda yüz binlerce insan gayrimeşru ve nikahsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim!” diye buyurması, Cumhurbaşkanlığı düzeyinde bu kötülüğe sahip çıkılması, bu nefret söylemine tepki gösteren Baroların hedef tahtasına oturtulması, yandaş basın ve sosyal medyada Aktrollerin nefreti, ayrımcılığı örgütleme çabaları kaldığımız evleri dar etti bize. İlk değil son da olmayacak, biliyoruz. Ama insan, bu örgütlü kötülük karşısında insanlığından utanıyor her defasında. Aslında bu söylemler ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek ve aşağılamaktır.’ Ramazan ayında bedeninizi aç bırakırken ruhunuzu kin ve nefretle besliyorsunuz!
Birkaç cümle de bizim mahallenin çocuklarına, kendimize; cinsiyetçilik belasından yakamızı henüz kurtaramadığımız gibi homofobi, transfobi konusunda çift dikişliyiz. Dilimizden pratiğimize kadar falsoluyuz. Bu durum salgın döneminde çok daha sarih bir biçimde ortaya çıktı ki; dayanışmanın yollarını ararken Lgbti+’ları unuttuk. Demokrat yerel yönetimlerin, kamu kurumlarının görmediği gökkuşağının çocuklarını bizler de sonradan hatırladık.
Onlar salgından önce de vazgeçmiyorlardı ‘Vardık varız var olacağız!’ demeye şimdi de. Kendi dayanışma ağlarını kurmaya gayret ediyorlar. Ama desteğe ihtiyaçları var. Hepimizden daha çok hem de.
Aynı gökkuşağının altında yaşamayı öğrendiğimizde renklenecek gerçekten dünya!