Hababam Sınıfı serisinin ilk kitabı, beklentilerin üstünde bir ilgi görünce, ikinci kitap yazılarak, Tan Basımevi'nden yayınlanır. Kitabın dağıtımını, Babı Ali'nin ünlü isimlerinden Faruk yapacaktır. Faruk Bey, ikinci kitabı şöyle bir karıştırıp bakmıştır. Fikrini beyan eder, “Birincisi çok daha güzeldi. Ne gerek vardı ikincisine?” İkinci kitap için gelen eleştirilerin çoğu zaten olumsuzdur. Rıfat Ilgaz'ın morali bozulur. Devam eder Faruk Bey “Nerede Stepne, nerede Rıfat Ilgaz. Bırak dostum sen bu işleri. Rusçan fena değil. Doğrusu, ilk kitabı güzel çevirmişsin.” Rıfat Ilgaz, “Haroşa”dan ibaret olan Rusçasının beğenilmesine mi sevinsin, yazdığı kitaba çeviri denmesine mi üzülsün arasında kalmıştır. Konuşma, şu şekilde sürer:
“Ben mi çevirmişim? Hangi yazardan?”
“Hangi yazardan olacak! Stepne' den.”
“Yani bu Stepne Sovyet yazarı öyle mi?”
“Bırak laf cambazlığını. Ha Sovyet yazarı ha Rus yazarı. Hepsi bir kapıya çıkar. Baktın, birincisi iyi gitti, ikinciyi de sen yetiştirdin geriden.”
Birinci kitabın yazarının Stepne olarak basılmış olması, ikinci kitap da ise gerçek adını kullanması, ortalığı karıştırmıştı. 1956 yılında, İlhan Selçuk'un çıkardığı Dolmuş dergisinde takma isimle yazı yazıyordu. Aziz Nesin, Çetin Altan gibi arkadaşları da takma isim kullanıyordu. Devlet tarafından, tehlikeli görülen isimlerinin, dergiye zarar vermesini istememişlerdi. Bu yüzden, derginin adı ile uyumlu, takma isimler seçmişlerdi. Direksiyon, egzoz, çamurluk, vites kullanılmıştı. Rıfat Ilgaz da, yedek lastik anlamına gelen ‘Stepne’yi seçmişti. On sekiz ay boyunca, Hababam sınıfı öyküleri, tefrika halinde Stepne imzası ile yayınlanmıştı. Sadece, dağıtımcı Faruk değil, öküzleri okuyan birçok insan, yazarın Rus olduğunu sanıyordu. Rusya'nın uçsuz bucaksız steplerinden gelen bir isim olduğu kanısı oluşmuştu.
Hababam sınıfının ilk yayıncısı İhsan Manavoğlu'dur. Yirmi yıl boyunca Rıfat Ilgaz'ı sömürmüş. Hakkı olan telif paralarını ödememiştir.
Hababam Sınıfı, 1966 yılında, tiyatroya uyarlanmıştır. İnek Şaban karakterinin, kadın sanatçı Suzan Ustan tarafından canlandırılması, unutulmazlar arasına girmiştir.
Hababam Sınıfı'nın, 1974 de çekilen ilk filmi sansür kuruluna takılmıştır. Kurul üyesi, Mualla Hanım “Ben öğretmene kel dedirtmem” şeklinde görüş bildirince, senaryo, aylarca kurulda takılı kalmıştır.
Rıfat Ilgaz, yaşamı boyunca devletin ve kişisel ihtiraslarına kurban olmuş, zavallıların elinden çok çekti. İlk yayınladığı eserler şiir kitaplarıydı. İyi bir şair olabilmek için, Nazım Hikmet'le çalışmıştı. Nazım'ın Bursa Hapishanesi'nden gönderdiği şiirleri, İbrahim Sabri takma ismiyle yayınlıyordu. İlk kitabının ismi, Yarenlik'ti. İkinci kitabı olan 'Sınıf' yüzünden, altı ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Kitap kapağının kırmızı olması ve üzerinde 'Sınıf' yazması, komünizm propagandasından hüküm giymesine yetmişti. Or. Prof. Dr. Sahir Erman, bilirkişi olarak görüşünü açıklamıştı. Bu şahıs, sonraki yıllarda da birçok insanın yıllarca hapis yatmasına neden olan, uyduruk görüşler belirten, faşist kafalı bir zihniyetin temsilcisiydi. 1944 yılından sonra, hükümete ve İran Şahı'na hakaretten, bir kez daha hapse girdi. 1950 yılındaki bir afla serbest kaldı. 12 Eylül yıllarında, Cide sokaklarında, elleri arkadan kelepçeli, gözleri bağlı olarak dolaştırıldı. “Cide'nin papazını yakaladık” diyorlardı. Onunla beraber, 60 insan daha, Cide Stadyumu'na götürüldü. İşkence gördü. Kastamonu Et ve Balık Kurumu mezbahanesinde tutuklu kaldı. Verem illeti azdı. Serbest kaldıktan sonra, Ballıdağ Senatoryumu'nda tedavi gördü.
Oğlu Aydın Ilgaz'ın ‘Sınıfın Efasanesi’ adlı kitabı (Çınar yayınları), Rıfat Ilgaz'ın yaşamından birçok ayrıntıyı gün yüzüne çıkardı. Yaşadığı dönemin, sosyo-politik atmosferini hissetmemize olanak sağladı. Asım Bezirci'nin yazdığı ‘Rıfat Ilgaz’ ( Çınar Yayınları ), Mehmet Saydur'un, ‘Biz de yaşadık, Rıfat Ilgaz'lı Yıllar’ ( Çınar Yayınları ) da, usta yazarımızın yaşamını bu günlere taşıyan belgeleri bıraktı.
Hababam Sınıfı'nın Güdük Necmi' si, aslında, edebiyatımızın çınarı, Rıfat Ilgaz'ın kendisiydi.
7 Mayıs 1911 de Cide de doğan Rıfat Ilgaz, arkadaşlarının, Sivas katliamında yakılarak öldürüldüğünü öğrenmesinden dört gün sonra, 7 Temmuz 1993 de, hayata gözlerini yumdu.