Hukuk sisteminin kurumsallaşması on yıllar alır, hukuk anlayışının yerleşmesi ise daha çok zamana gereksinim duyar. Hukukun ortadan kaldırılması ise daha kolaydır; bir söze, bir karara, hukuksuz ve meşru olmayan bir harekete bakar. Hukukun adalet dışında başka olguları tesis amacı ile kullanılması ise hukuk ile insan arasında son zayıf bağın koparılmasından başka bir şey değildir.
Hukuk teorisine ilişkin bu konuda birçok şey söylenebilir de; Soma’dan yola çıkıp da yolda durdurulup gözaltına alınan madencilerden birinin çıkıp da yaptığı konuşma durumu aslında daha iyi özetler; “Sanki suçlu bizmişiz gibi, hırsızlığı, namussuzluğu, arsızlığı biz yapmışız gibi hesabı bizden sormaya çalışıyor. Yani hesabı sorması gerekenlere gidip hesap sormayanlar bizden hesap sormaya çalışıyor; oysa bizim haklılığımızı herkes biliyor. Bir işverene, bir tek adama gücü yetmeyen devlet şimdi gücünü bizde sınıyor. Biz bir kere daha bağırıyoruz buradan: Devletin gücünü bizde sınamayın. Yerin yedi kat altında alın teriyle yaşamını devam ettirmek durumunda kalıp kör edilenlerden, sakat bırakılanlardan, ciğerleri çürütülenlerden hesap sormasın devlet! Devlet bunları yapanlardan hesap sorsun gücü yetiyorsa. Bir tane kıçı kırık patrondan hesap sormayı beceremeyen devlet gücünü bizde sınayacak öyle mi? Öyle mi alay komutanı? Buradayız biz. Yıllarca arkadaşlarımızın bedenlerinden parçalar kopartıldı o madende, şimdi bize güç göstereceksiniz ha? Ve biz o güçten korkacağız öyle mi? Vallahi de billahi de korkmuyoruz sizden.”[1]
Adalet böyle bir gerçekliktir; birisinin dilinin ucunda ya haklılığını kazanır ya da birisinin salladığı parmakla tüm gerçekliğini yitirip bir güç sınama aracına dönüşür.
Bir madencinin perspektifinden Barolar, Anayasa Mahkemesi ve diğer birçok hukuk alanındaki değişim tartışmasına bakmak daha açıklayıcı olabilir.
Barolar, yasa ile kurulmuş, savunmanın örgütlü yapısıdır. Savunma yargının kurucu unsurudur. Yargı, devletin, temel işlevlerinden biridir. Barolar, kanunda kendilerine verilen görev gereği hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak zorundadırlar. Ancak bu görevlerini yerine getirmeleri hoş karşılanmamış olsa gerek, devletin gücü üstlerinde sınanmış ve bölünmelerine olanak sağlayacak yasal değişiklik yapılmıştır. Sonrasında ise kanun gereği yapmak zorunda oldukları seçim bir genelge ile engellenmiş, yine mahkemeler tarafından verilen yürütmeyi durdurma kararları ise uygulanmamıştır.
Anayasa Mahkemesi, yasal düzenlemelerin anayasaya uygunluğunu denetlemekle kurulmuş, her çağdaş ve demokratik devlette benzeri olan bir yargı organıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne giden başvuruların sayısını ve yoğunluğunu azaltmak amacı ile 2012 yılında bireysel başvuru mekanizması ile gerçek ve tüzel kişiler açısından da karar almaya başlamıştır. Verdiği kararların bir kısmı hoşa gitmemiş olsa gerek, önce bisikletle mahkemeye gidip gelmenin güvenli olmayacağı tartışılmış, sonrasında ise kapatma ile yapısında değişiklik yapılması gündeme gelmiştir.
Bir madencinin toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkı, ancak bu kurumların varlığı ve bu kurumların temel hak ve özgürlüklerine ilişkin hukukun uygulanmasına ilişkin yaklaşımları ile güvence altına alınabilir veya ortadan kaldırılabilir.
Eğer bir madenci, devletin gücünü kendi üzerinde sınandığını düşünerek sesini yükseltiyorsa, güç hukukun üstünde kendini çoktan sınamaya başlamış demektir.
Baroların seçim yapmaması için genel kurul salonlarının önüne kurulan barikatla, yürüyen işçinin önüne kurulmuş aynı barikattır.
Hukuk ile halk aynı çığlığı atıyorsa, beraber atıyorsa, aynı barikatların arkasında atıyorsa, yasalar ve uygulanan hukuk da meşruluğunu tartışmaya açmış demektir.
Tren kazasından yakınlarını kaybedenlerin, çocuğunun ölümünün etkin soruşturmasını isteyen bir babanın önünde de aynı barikatlar varsa…
Her sokağın köşesinde barikatlar kurulmuşsa…
Düşüncelerini sosyal medya ekranlarında anlatmaya çalışan çocuklara gençlere barikatlar varsa…
Bu barikatlar yasalsa…
Victor Hugo, Sefiller’de şöyle yazar: ‘Bir kürek mahkumu olmanız nedeniyle yemin etme hakkından yoksunsunuz… Ancak kanunun alçalttığı insanoğlunda bile şeref ve adalet duyguları tamamıyla ölmeyebilir.’
Ve eğer adalet, insan vicdanı dışında var olamayacak hale gelirse ne olur?