Türkiye siyasetinin gündemleri özellikle geçtiğimiz yerel seçimlerle birlikte herkes tarafından daha farklı bir biçimde tartışılmaya başlanmıştı. İktidarın gözle görülür bir şekilde zayıflamasının yanında, özellikle CHP'nin büyükşehirlerde elde ettiği başarılı sonuçlar bu yalın gerçeği daha da görünür kıldı. Yine aynı seçim döneminde iktidar için çaresizce atılan son ve riskli bir adım olan, İmralı'dan gelen mektup işinin dahi tutmayışı, karşılarındaki muhalefet bloğunun ne denli güçlü ve kararlı olduğunun da bir ifadesiydi aynı zamanda. Yerelde gerçekleştirilen seçimlerin ardından patlak veren pandemi sürecinde büyük ölçüde devlet desteğinden yoksun, kösteğinden ise fazlasıyla payını alan muhalefet belediyeleri salgın sürecinde genel olarak başarılı bir sınav verince iktidar için var olan sıkıntılı durum büyüyerek devam etti haliyle. Öyle ki belediye meclislerindeki çoğunluk halinden aldığı güçle belediyeleri çalışamaz kılma hamleleri dahi iktidarın tutmayan hesaplar hanesine yazıldı çoktan.
Ülkedeki her gelişmenin birikimiyle birlikte gelinen süreçte, iktidar açısından idare edilebilecek, esnetilebilecek, kendi karşısında yer alan kimi kesimlerin de ruhuna dokunabilecek hamleler yapma şansı açıktır ki kalmadı.
Bu nedenle her gün işlenen kadın cinayetleri ve tecavüz gibi vahşetlerin karşısında iktidarın söyleyecek sözü yoktur. Kadınlar aleyhine şimdiye kadar iktidar tarafından sarf edilen sözler hafızalardan silinmediği için, en ufak bir hamle şansı kalmayan yöneticiler İstanbul Sözleşmesini tanımama gibi bir fikirden vazgeçememektedir. Çünkü elde kendisine dayanak yapabileceği tek kitle olarak, o "en erkek", o en kadın düşmanı kesim kalmıştır.
Aynı şekilde Ayasofya hamlesi de şüphesiz ki elde kalan kitleyi diri ve kendinde tutabilmenin çabasından başka bir şey değildi. Milliyetçilikle donatılmış yeni bir tarih yazımı ve bu anlatı üzerinden kitlesini muhafaza ve motive etme çabaları sağın çaresizlik ve çıkmaz günlerinde başvurduğu klasik yöntemlerdendir. Sonuç olarak da böylesi bir gündemle karşı karşıya kalınca kaftanı giyip, sarığı takıp, elde kılıçla sokağa çıkacak insanlara sarılarak nefes alınmaya çalışılmaktadır. Tablo kendileri açısından da çok hoş değil belki ama bu hamle bir tercih olmaktan çok bir zorunluluk olarak kendini dayattı iktidara. Yazının başlığında da söylediğimiz gibi bu yalnızlık ve terk edilmişlik durumunda kala kala elde, 2020 yılında sokaklarda kılıçla, kaftanla dolaşan adamlar kaldı. Toplumun en geri kesimleri uzun yıllardır iktidar için ciddi bir dayanak iken şimdilerde aynı kesim, adeta zorunluluktan sığınılan ama fırtınada çok da korunaklı olmayan bir liman gibi.
Eğer ki AKP’nin kılıçlı, kaftanlı adamlardan başka bir seçeneği yoksa ki yok gibi görünüyor, önlerinde tek şans muhalefetin bir şekilde çuvallaması seçeneği kalmaktadır. CHP, öngördüğü iktidar değişimini kendiliğindenci bir tarzla beklerse şüphesiz ki büyük yanılgıya düşmüş olur. Ciddi sosyal ve ekonomik politikalar belirleyip, ülkedeki gelişmelerin karşısında (dokunulmazlıklar ve tezkere tartışmaları gibi) daha net bir tutum sergileyip, geçmişin de özeleştirisini bir şekilde yaparsa, CHP için kimi yeni olanakların ortaya çıkması yakın gelecekte mümkün görünüyor. Gelinen noktada AKP özüne mahkum olurken, CHP “özüne” dönmenin çabası içine girerse (sosyal demokrat bir parti olmaya doğru adım atarsa) ülkedeki düzen içi değişim rüzgarlarının daha da belirginleşeceğini söylemek mümkün olacaktır. Tabi bir de CHP açısından, kongrede şekillenen iradenin olası bir iktidar değişikliğinde şimdiden yer tutma hesaplarına ve iç tartışmalara da teslim edilmemesi gerekiyor. İzleyip göreceğiz.