Gözlerimi uzak noktalara diktiğimde hep şu soru gelir aklıma: ‘Acaba şu an neleri kaçırıyorum?’ İnsan, yaşam telaşı içinde güzellikleri ıskaladığının farkına varamıyor. Mesela Türk kahvesini ve rakıyı bilmeyen toplumlar neler kaybettiğinin farkında mı acaba?
Peki ya bizler hangi tatları, hangi filmleri, hangi kitapları kaçırıyoruz? Sanırım bunu hiçbir zaman bilmeyeceğiz. Ertelediklerimi, unuttuklarımı geri dönüp yaşayamayacak olmak beni korkutuyor. Bunları düşündükçe kendimi boşlukta hissediyorum. Kızıyor, eleştiriyor sonra dönüp yeniden kızıyorum kendime. Benim gibi farkına varmadan hayatı erteleyen insanların ne kadar çok olabileceği geliyor aklıma. İşte o zaman başlıyorum yazmaya.
Yıl 2004 olabilir, tam olarak hatırlamıyorum. Kış ayları. Dışarıda korkunç bir yağmur ve fırtına var, adeta gök yarılmış. Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi sular altında, dizlerimize kadar suyun içindeyiz. İletişim Kitabevi’nden, Sevinç Pastanesi’ne gitmek imkânsız. Ulaşım, zabıta arabaları ile sağlanıyor. Arkadaşlarımla, ‘Ne yapsak, nasıl yapsak, dükkân gece su alır mı?’ diye düşünürken aramızdan birini nöbetçi olarak bırakmaya karar veriyoruz. Bu sırada kitabevinden içeriye soluk soluğa bir arkadaşım girdi. Sırılsıklam bir halde çat pat konuştuğu Türkçesiyle bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Alsancak Gül Sokak'ta oturuyor o zaman, kitabeviyle arası yaklaşık beş dakika. Onun bu halinden korkup telaşlanıyoruz. Mutlaka bir sıkıntısı var diye geçiriyoruz içimizden (öyle ya bu havada kim kitap almaya gelir ki!). Paltosunun altından çıkardığı DVD filmi göstererek yarı Türkçe yarı İngilizce, “Bunun kitabını istiyorum,” dedi. Hayretler içinde ona bakakaldık. Önce bir ohhhhh çekip sonra da, “Deli misin? Gel otur soluklan biraz,” dedikten sonra, aslında yanaklarından aşağıya dökülenlerin su değil, gözyaşı olduğunu fark ettik...
Yazar Eric- Emmanuel Schmitt’i böylece tanımış oldum/olduk. Filmin adı, “Mösyö İbrahim”di. Başrolünü Ömer Şerif oynamış film birçok dalda ödül kazanmış. Kitap yetmiş-seksen sayfa, incecik bir romandı, bulup hemen verdik. İçeride soluklanırken sevgilisi geldi, telaş içinde kitabı göstererek, “Bana bu gece bu kitabı okur musun?” dedi yarı Türkçe yarı İngilizce, adam başını salladı. Sonra yağmurun içinde kayboldular...
Birkaç yıl sonra ben o kitabı da, filmi de unutmuştum ki, bir arkadaşımın kitaplığında “Mösyö İbrahim/Bilge Kültür Yayınları” kitabını gördüm. Bir anda fırtınanın koptuğu o akşama geri döndüm, tüylerim diken diken oldu. Arkadaşım, “Çok güzel bir kitap, kesin okumalısın,” dedi. O gece “Mösyö İbrahim” bitti. Saat çok geç olmuştu, bu saatte DVD satan açık bir dükkân bulabilir miyim, diye geçirdim içimden, bulamazdım. Çünkü saat gece üçü gösteriyordu. Ertesi sabah elimde kitapla bildiğim ne kadar DVD satan dükkân varsa hepsini dolaştım. O filmi bulup izlemeliydim. Fırtına ile gelip yağmurla kaybolan arkadaşımızı şimdi daha iyi anlıyordum. Ne bulmuştum/bulmuştuk o filmde, romanda.
Kitabın konusuna gelince: Roman 1960'lı yıllarda Paris'in, çeşitli etnik ve dini gruplara mensup alt sınıf çalışanlarının yaşadıkları karışık bir mahallesinde geçer. "Mösyö İbrahim ve Kuran'ın Çiçekleri" romanı, içinde genelevlerin bile bulunduğu bu kozmopolit semtte yaşayan iki insan üzerine odaklanmıştır. Bunlardan ilki on iki yaşlarında yoksul, Yahudi bir yeniyetme olan Musa'dır. Annesi ve erkek kardeşi evi terk ettiği için babası ile yaşamaktadır. Ancak babasının da psikolojik sorunları vardır ve onunla pek ilgilenmemektedir. Romanın diğer kahramanı ise; mahallenin yaşlı Müslüman bakkalı Mösyö İbrahim'dir. O da en az Musa kadar yalnız bir insandır, kimi kimsesi yoktur ve dükkânını gecenin geç saatlerine kadar açık tutar. Fransa'da Müslüman ve Arap kelimeleri aynı anlamda kullanıldığı için herkes tarafından Arap zannedilen ve 'Arap bakkal' olarak çağrılan İbrahim Bey aslında Türk'tür... Kitap, bu iki insanın yollarının baba-oğul olarak birleşmesi ile başlar Türkiye’ye gelmesi ile devam eder ve hiç beklenmedik bir şekilde son bulur.
Eric Emmanuel Schmitt’in beni en çok etkileyen diğer romanı ise, “Oscar ve Pembeli Meleği”. İnanıyorum ki, bu kitabı bitirdikten sonra gözyaşlarınızı tutamayacaksınız. Bu yazarı tanımanızı, kitaplarını okumanızı isterim.
Samih Rıfat bir çevirisinin ön sözünü şöyle bitiriyordu. “Bu kitabı ilk defa okuyacakları kıskanıyorum.”
Ne bulmuştum bu kitaplarda sorusuna şimdi daha net cevap verebiliyorum: İnsan sıcaklığı…
Not: Sanırım kaybetmişiz…