“Okulda defterime, sırama ağaçlara, yazarım adını
Okunmuş yapraklara, bembeyaz sayfalara yazarım adını
Yaldızlı imgelere, toplara tüfeklere, kralların tacına
En güzel gecelere, günün ak ekmeğine, yazarım adını
Tarlalara ve ufka, kuşların kanadına
Gölgede değirmene yazarım
Uyanmış patikaya, serilip giden yola
Hınca hınç meydanlara adını ey Özgürlük”
Baskıya girmenin son gün telaşıyla, sunu yazısı yetiştirme paniğiyle, tembellikle belki, kolaycılığa kaçmış olabilirim. Bir yanı bu… Ama öte yandan; o güzel kelimeyi her telaffuz ettiğimde Fransız şair Paul Éluard’ın bu mısraları geliyor aklıma: Özgürlük! Zülfü Livaneli’nin bestesiyle mırıldanarak hem de…
‘Milletçe’ özgürlüğe en ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz. Nefes almaya ihtiyacımız var.
Dergiyi baskıya gönderdiğimiz her sayıdan sonra, “bir sonraki sayı için ‘keyifli’ bir içerik düşünelim artık” diye sözleşiyoruz ama her defasında öyle keyifsiz gelişmeler yaşıyoruz ki, başaramıyoruz.
Bir süredir, buradan ‘öfke’, ‘umut’ ve ‘temenni’ sunuları yazmaktan sıkıldığımı belirtmeliyim; ama ne fayda ki sanırım üslubumu ancak bu şekilde ‘koruyabiliyorum’
***
Emine çıkacak ve yine bize haber gönderecek: ‘Bugün eylem yapacağız abi’
Kazım’ın kamerası hala kayıtta zaten; Ayşe öyle yazdı.
Çıkacaklar, ‘Yazın Çeşme’ye kışın Güzelbahçe’ye gideceğiz.
Kermeslere, festivallere katılacağız birlikte.
“Yani, öylesine ciddiye ‘alacağız’ ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin ‘dikeceğiz’,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten ‘korktuğumuz’ halde ölüme ‘inanmadığımız’ için,
yaşamak yanı ağır bastığından.”
Dilerim dergi onlara ulaşır. Arkadaşlar bizden mektup bekliyor, siz de mektup yazın. Hem bir diğer sayıda yayınlayalım, hem de gönderin okusunlar. Hem arkadaşlar okusun, hem de ‘görülmüştür’ vuranlar okusun da görsün ‘yaşamanın ağır bastığını’…