“Çin’de doktorlara yönelik şiddetin yükselişte olduğu 2008 yılında tıp eğitimimi ABD’de tamamlamaya karar verdim. Ailem tek çocukları olmam dolayısıyla dünyanın öbür ucunda görev yapmamdan çok mutsuz oldu. Ama en azından mesleğimi güven içinde icra edeceğim diye teselli buldular. Benim bir doktor olarak ABD’de güven içinde olacağımı düşündüler. Ne yazık ki, burada yıllarca çalıştıktan sonra ve artan bunca saldırıdan sonra açıkça görüyorum ki durum hiç de öyle değil. Sağlık çalışanlarının kurşunların hedefi olduğu şu günlerde soruyoruz: İçimizde güvende olan var mı?”
Çin’den doktorlara yönelik şiddetten kaçarak mesleğini ABD’de yapan bir doktor tarafından kaleme alınmış bu sözler. Bu ay başında ABD’de Tulsa’da bir hastaneye yapılan makineli tüfekli saldırının hemen ertesinde yazılmış. Söz konusu saldırıda iki doktor, bir hastane çalışanı bir hasta öldürülmüş, saldırgan intihar etmişti. Olay Konya Şehir Hastanesi Kardiyoloji doktoru Ekrem Karakaya’nın öldürülmesinden birkaç gün önce gerçekleşmişti.
Bir başka pandemi
Özellikle son on yılda dünyanın her tarafında sağlık çalışanlarına yönelen şiddette gözle görülür bir artış var. Sorun sadece Türkiye gibi orta gelirli ülkelerde değil Avustralya, İngiltere ve Almanya, ABD gibi gelişmiş ülkelerde de kolaylıkla gözlemlenebiliyor. Covid-19’un dünyada büyük panik yarattığı günlerde cephenin ön saflarında olağanüstü fedakarlıklarla hayat kurtarma mücadelesi veren sağlık çalışanları kısa bir süre için büyük takdir ve sevgi görmüş olsalar da pandeminin etkisinin kısmen azalması ile her şey eski haline geri döndü. O dönemde hayatlarını riske atan, hastaların ölüm kalım mücadelesine şahit olan, uzun saatler boyunca çalışan, ailelerinden uzak kalan ve büyük bir travma yaşayan sağlık çalışanları kendilerini yeniden şiddet tehdidiyle karşı karşıya buldular. Bu şiddet fiziksel veya fiziksel olmayan saldırılar şeklinde ortaya çıkıyor. Hastalar ve hasta yakınları bu saldırıların failleri. Özellikle acil servis, yoğun bakım, ağır hastaların bulunduğu bölümlerde görev yapan sağlık çalışanlarının saldırıya uğrama olasılıkları diğer bölüm çalışanlarına göre daha yüksek. Bununla birlikte diğer bölümlerde çalışan hemşire ve doktorlar da bu saldırılardan muaf değiller.
Hasta yoğunluğunun fazla olması, bekleme sürelerinin uzaması, hastaların veya yakınların sağlık personelinden aşırı yüksek beklentiler içinde olması, sağlık çalışanlarının uzun çalışma saatleri sonunda sabırlarını ve metanetlerini kaybetmesi ve iletişim sorunları, hastanın veya yakınlarının madde bağımlısı olması, devletin şiddet karşısında yeterli politikalar üretememesi sağlık çalışanlarının şiddete maruz kalma riskini artırıyor. Bu durumda küfürler, tehditler, yumruklar, tacizler, silahlı saldırılar doktor ve hemşirelerin çalışma yaşamında dikkate almaları gereken risklerde ön sıralara geçiyor.
Ne yapmalı?
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet söz konusu çalışanlar üzerinde ağır psikolojik baskılar yaratıyor. Bunun sonucunda insanlara yardım etmenin verebileceği büyük tatmin duygusunu kaybediyorlar. İş tatminleri en aşağı düzeylere iniyor. Stres, uyku bozukluğu, her an olumsuz bir şey yaşanabileceği endişesi sağlık hizmetinin kalitesinin aşağı düzeylere doğru inmesine yol açıyor. Bu gelişmeler çalışılan kurumun, mesleğin hatta ülkenin terkedilmesi sonucunu da getiriyor.
Küresel çapta bir sorunu yerel hatalarla daha da derinleştirmekten kaçınmak gerekiyor. Onlara “Giderlerse gitsinler” demek, Tabip Odasını lanetlemek, protestolarında biber gazı sıkmak, doktorları hedef gösteren imamla ilgili olarak işleri ağırdan almak, acil servis baskınlarına tatmin edici müdahaleler de bulunmamak sorunu derinleştirir. Sağlık hizmetlerinin kalitesi düşmeye devam eder.
Devlet, sağlık çalışanlarının sorunlarını anladığını, bunlar üzerinde çalıştığını iyi bir iletişim stratejisi ile sağlık çalışanlarına, topluma anlatmalı ve çalışmalarındaki ilerlemeyi sergilemeli. Geçtiğimiz Mayıs’ta sağlık çalışanlarına yönelik saldırıları önlemek amacıyla çıkarılmış olan yasanın işleyişini, emniyet güçleri ve adalet tarafından sahiplenilişini takip etmeli, aksaklıkları tespit etmeli. Hastanelerde güvenlik önlemlerinin artırılması, güvenlik görevlilerinin ve sağlık çalışanlarının şiddet eylemlerinin ortaya çıkması halinde neler yapmaları gerektiği konusunda eğitilmesi gerekli.
İzmir’de basına yansıyan sağlıkta şiddet haberleri
Hasta veya yakınlarının sağlık çalışanlarına uyguladığı şiddetin çok azı kayda geçiyor ya da basına yansıyor. İzmir’de bu yılın ilk altı ayında gerçekleşen ve basında öne çıkan, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet haberlerine bakıldığında faillerin genellikle hasta yakınları olduğu görülüyor. Covid 19 önlemleri kapsamında uygun şekilde maske takılması hususunda sağlık çalışanlarının yaptığı uyarılar şiddetle karşılık görebiliyor. Şiddeti tetikleyen bir başka tartışma konusu da hasta yakınlarının hastaların yanına alınmaması. Sağlık çalışanlarının hijyen kaygıları ve hasta yakınlarının müdahalesi olmadan çalışmak istemeleri, buna karşın hasta yakınlarının hastalarının “sahipsiz” kalacağı, iyi tedavi göremeyeceği şeklinde güvensizlik duyguları yaşaması da gerginliği artıran bir faktör.
İzmir’de yılın ilk altı ayında saldırılarda yumruk, tekme, bıçak ve enjektör kullanıldığı görülüyor. Doktorlar kadar, hemşireler ve güvenlik görevlileri de saldırılara maruz kalmışlar. Saldırıların çoğunluğu üniversite hastanelerinde, tamamı da kamuya ait sağlık tesislerinde gerçekleşmiş. Özel sağlık tesislerinde bu tür saldırıların gerçekleşmemiş olmasında buralarda maddi, fiziki ve insan kaynağı imkanlarının daha iyi olması ile hastaların farklı seçeneklere başvurma olanaklarının bulunması etkili olabilir. Ayrıca, bu tesislerdeki şiddet olaylarının polise, adliyeye ya da basına intikalinin tesisin itibarını olumsuz etkileyebileceği ve rekabet gücüne zarar verebileceği endişesi ile raporlanması oldukça kısıtlı olabilir ve bu yüzden de basına yansıması çok sınırlı olabilir.