Geçen hafta Karşıyaka Zübeyde Hanım Nikah Salonu’nda bir nikah öncesinde konukların dua okuması, buna nikah memurunun izin vermemesi ve sonrasında gelişen olaylar medyaya “Nikah salonunda (veya masasında veya töreninde) dua krizi” manşetleriyle taşındı. Videoyu defalarca izledim ve bir tür kriz yaşandığı ama orada kimsenin kimseye saygısızlık kastı içinde olmadığı izlenimini edindim. Diğer yandan, “Kriz” kavramı yerel seçimler sonrasında İzmir’de belediyelerin finansal sorunları hakkında da kullanılmaya başlandı. Finansal sorunlar, özellikle “borç krizi”, “çalışanların maaşlarının ödenmemesi krizi” şeklinde kamuoyuna yansıyor. Buna karşın, İzmir belediyelerinin karşı karşıya kalabileceği çok daha büyük krizler var ve bunlar çok ciddi ilgi ve hazırlık gerektiriyor.

Pek çok ülke gibi Türkiye’de de kamu kesiminin kriz yönetiminde çok başarılı olduğu söylenemez. Kamu kesiminde kriz konusu biraz abartılı, karamsar ve öngörülmesi zor bir konu olarak değerlendirilir. Bu konuyla uğraşmaktansa yıllardır bir şekilde yerleşmiş, kanıksanmış yazışmalara, işlere, faaliyetlere odaklanmak çok daha kolay gözükür. Böylece resmi daireler bürokratik rutinlerin yer aldığı, olağan dışı durumların meydana gelmeyeceği düşünülen bir ortama dönüşür. Bununla birlikte, devletin beklenmedik durumlara karşı hazır olması çok önemli. Çünkü bir kriz ortaya çıktığı zaman vatandaşların ilk sorduğu soru şu oluyor: Nerede bu devlet?

Kriz, karşı karşıya kalınan bir probleme devletin elindeki mevcut olanaklarla müdahale etmekte yetersiz kalmasıyla ortaya çıkar. Karşıyaka’da bir apartmanda çok büyük bir yangın çıkarsa itfaiye hemen olay yerine gidip, elindeki imkanları kullanarak yangını bir şekilde söndürürse bu bir kriz değildir.  Buna karşın, 6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan Büyük Güneydoğu Doğu Depremi devletin imkân ve kabiliyetlerini aşması nedeniyle hem büyük bir felaket hem de büyük bir kriz olarak değerlendirilmiştir.  

Ağustos 2019’da İzmir’de yaşanan büyük orman yangını, 30 Ekim 2020’de yaşanan ve can kayıpları ile sonuçlanan deprem, 2020’den bu yana tekrarlanan sel felaketleri İzmir’in aslında temelde üç tip kriz ile karşı karşıya kalabileceğini gösteriyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerinin vatandaşların bu felaketlerden korunmasında önemli sorumlulukları mevcut. Hiç şüphesiz bahsedilen kriz türlerinden birisinin ortaya çıkması halinde merkezi yönetimin unsurları İzmir Valiliği ve AFAD üzerinden devreye girer ve başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere belediyelerle koordineli olarak çalışır.

İzmir’in karşı karşıya olduğu en büyük risk deprem. Uzmanlar bölgenin 7 veya üzerinde bir deprem riski ile karşı karşıya olduğunu ileri sürüyorlar. Bu da belediyelerin kriz yönetimi sorumluluğunu daha da artırmakta. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin örgütlenmesi içinde krizlere karşı Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanlığı ile Afet İşleri Daire Başkanlığı’nın ön planda olduğu görülüyor. Bunlardan birincisi krize zemin teşkil edebilecek unsurları azaltmaya yönelik çalışmalar yapmakla görevli. Söz konusu başkanlık etkin şekilde çalışıp, riskleri aşağıya çekebildiği ölçüde Afet İşleri Daire Başkanlığı bir kriz karşısında daha başarılı olma şansına kavuşabilecek. Karşıyaka Belediyesi’nin örgüt şemasına bakıldığında ise kurumun bünyesinde Afet İşleri Müdürlüğü’nün, belediye meclisi komisyonları arasında Deprem, Afet ve Kentsel Dönüşüm Komisyonu’nun yer aldığı görülmekte ama pek çok ilçe belediyesinin afet müdürlüğü ve/veya komisyonu yok.

Tüm ilçe belediyelerinde afet müdürlükleri ve afet komisyonları olmalı

30 Ekim 2020’de yaşanan deprem Bayraklı’da etkili oldu, ağırlıklı olarak bu ilçede can ve mal kayıplarına yol açtı. Bayraklı ilçesi bir anlamda şanslı da sayılabilir. Çünkü, Bayraklı, şehrin diğer bölgelerinde can ve mal kaybı olmaması nedeniyle hem merkezî yönetimin hem de büyükşehir belediyesinin ve diğer ilçelerin desteğini alabilmişti. Fakat, 6 Şubat depremlerinde Bayraklı olayından çok farklı bir durum yaşandı. Deprem 11 il ve 124 ilçeyi birden etkileyince herkes başının çaresine bakmak zorunda kaldı, daha doğrusu çaresiz kalındı ve çok büyük acılar yaşandı. Bu tecrübe göz önüne alınarak, İzmir’de etkisi 30 Ekim 2020’de olduğu gibi etkisi tek bir ilçe ile sınırlı kalmayan bir depremin yaşanması ihtimaline karşı ilçe belediyelerinin deprem için hazırlıklarını en üst düzeyde tamamlamış olmaları şart. Bu da özel bir örgütlenmeyi gerektiriyor. İzmir’in tüm ilçe belediyelerinde afet müdürlükleri ve afet komisyonları olmalı. Müdürlüklerin ve komisyonların görevleri doğrudan afete karşı alınacak önlemleri ve afetin gerçekleşmesi halinde yapılacak müdahaleleri içermeli. Müdürlük yönetmeliklerinin gözden geçirilmesi “havale edilen evrakları incelemek, demirbaşları saymak, cilalamak, özlük dosyasını incelemek, personelin devam durumunu takip etmek” gibi ilçenin karşı karşıya olduğu vahim risklerle ilgisi olmayan, bunları sulandıran, içini boşaltan ifadelerin çıkarılması, riskler ve bunlara karşı alınması gereken önlemleri ön plana çıkartacak şekilde düzenlenmesi sağlanmalı. Afet komisyonu da Afet Müdürlüğü’ne çalışmalarında gerekli desteği ve rehberliği sağlamalı.
 
Seçim sonuçları, atamalar, borçlar, maaş ödemedeki güçlükler tartışılırken, bir taraftan da olası bir doğal felakete karşı tedbirlerin sıkılaştırılması, raporlanması, çalışmalar hakkında kamuoyunun düzenli olarak bilgilendirilmesi sürecine yoğunlaşmak gerekiyor. Bunda ne kadar çok başarılı olunursa gerçek ve büyük bir kriz karşısında İzmir halkı o kadar az kayıpla karşılaşır, az acı çeker ve daha az üzülür.