“Belâ Çiçeği” bu yıllarda yayınlanır. Sansaryan Han’daki gerilim, baskı bu kitabının her dizesinde kendini ele verir. Sözgelimi; “Alsancak Garı’na devrildiler/ Gece garın saati belâ çiçeği/ Hiçbir şeyin farkında değildiler/ Kalleş bir titreme aldı erkeği/ Elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler/ Çantasını karısı taşıyordu…”
Sonrasında; Seçilmiş Hikâyeler, Kaynak ve Ufuklar dergilerindeki yazılarında “Bobstil ve Alafranga” olarak adlandırdığı Garipçilerin (Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rıfat) karşısında yer alır. 1954-1955’te Mavi Dergisinde genç şairlerle beraber bu akıma karşı eleştiriler yazar ve “Maviciler” diye bilinen toplumsal gerçekçilik akımının sözcülerinden biri olur.
Ve “Sisler Bulvarı”; okunmaktan aşınmış kitabı ilk gençliğimin! Ve imkânsız buluşmaların kadını Pia… “Ne olur kim olduğunu bilsem Pia’nın/ Ellerini bir tutsam ölsem/ Böyle uzak uzak seslenmese/ Ben bir şehre geldiğim vakit/ O başka bir şehre gitmese/ Otelleri bomboş bulmasam/ İçlenip buzlu bir kadeh gibi/ Buğulanıp buğulanıp durmasam/ Ne olur sabaha karşı rıhtımda/ Çocuklar pia'yı görseler/ Bana haber salsalar bilsem/ İçimi büsbütün yıldız basar/ Bir hançer gibi çıkıp giderdim…” Kendisine “Pia” imgesi sorulduğunda; “… O hiç olmayan kadın. Aklımda kalanlar, imkânsız aşkların kadını. Yaşanmış aşklar kalmıyor. Bitiriyorsunuz karşılıklı. Hatırlanan, askıda kalmış aşklar. Ama Pia aşkı; yaşanmışlık olmadığı için, hiç bitmiyor” diyecekti.
1955’de “Yağmur Kaçağı”nı yayınlar. “Elimden tut yoksa düşeceğim/ Yoksa bir bir yıldızlar düşecek/ Eğer şairsem beni tanırsan/ Yağmurdan korktuğumu bilirsen/ Gözlerim aklına gelirse/ Elimden tut yoksa düşeceğim/ Yağmur beni götürecek yoksa beni…”
Erzincan’a 1957’de askerlik yapmaya gittiğinde, Kemaliye doğumlu şair Enver Gökçe, siyasal tarihimizde “51 tevkifatı” olarak bilinen Demokrat Parti zulmünden ötürü hâlâ mahpustadır. Askerlik sonrası tekrar İstanbul’a döner. Ali Kaptanoğlu imzasıyla pek çok senaryo yazar fakat aradığını bulamaz. 1960’da Tekrar Paris’e gider… Sosyaliste kültür üzerine önemli incelemelerde bulunur, televizyon dünyasının geldiği son noktayı gözlemler, yazılar yazar.
Ve 1960’ta “Ben Sana Mecburum” yayınlanır. “Ben sana mecburum bilemezsin/ Adını mıh gibi aklımda tutuyorum/ Büyüdükçe büyüyor gözlerin/ Ben sana mecburum bilemezsin/ İçimi seninle ısıtıyorum/ Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor/ Bu şehir o eski İstanbul mudur?/ Karanlıkta bulutlar parçalanıyor/ Sokak lambaları birden yanıyor/ Kaldırımlarda yağmur kokusu/ Ben sana mecburum sen yoksun…”
Paris’te babasının ölüm haberini alır ve artık baba ocağı İzmir’e dönüş zamanıdır… Aralıksız sekiz yıl doğduğu bu güzel şehirde yaşar. Demokrat İzmir Gazetesi’nin başyazarlığını yapar. Demokrat İzmir Gazetesi bizden önceki kuşağın şairlerinin yetişmesinde önemli bir işlev üstlenir ve hâlâ İzmir’deki kimi çevrelerde özlemle anılır… İzmir yıllarında “Yasak Sevişmek” adlı etkili ve ünlü kitabı yayınlanır. Karantina Semti’ni bilen İzmirlilerin içini oynatan bu şiir de o kitaptadır: “Bir gül takıp da sevdalı her gece saçlarına/ Çıktı mı deprem sanırdın ‘kara kız’ kantosuna/ Titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan/ Muammer Bey’in gözdesi Karantinalı Despina/ Çapkın gülüşü şöyle faytona binişi Kordelia’dan/ Ne kadar başkaydı her kadından her bakımdan/ Sınırsız bir mutlulukta uyuturdu Muammer Bey’i/ Ustalıkla damıttığı o tantanalı aşklarından…”
1968’de evlenir ve 15 yıllık evliliğin sonunda 1973’de ayrılır Biket Hanım’dan, Ankara’ya taşınır. Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenir. 11 Ekim 2005’te İstanbul’daki evinde ikinci kalp krizini geçirdiğinde 80 yaşındadır. Bu büyük şair ve düşünce insanının gazeteciliği, romancılığı, senaristliğini anlatmak, kuşkusuz ki bu gibi yazıları aşar. Sürekli okunası bir şair, yazı ve düşünce insanıdır Attila İlhan. Ben bu yazıyla, yalnızca bu dünyadan bir ışık seli gibi aktığını imlemeye çalıştım. Bundan sonrasını okumak sizde!