Türkiye kendine yeni bir öykü arıyor.
Siyasetin toplumsal dinamiklerin gerisinde kalmasıyla, yaşamı engelleyen, yaşamsal gelişmeyi ve toplumsal ilerlemeyi karşılamayan bir hal alması, siyasetin dilini yeniden kurmak ve siyasal kültürü yenilemek, toplumun gelişimi ve ülkenin ortak geleceği için bir zorunluluk halini aldı.
Ülke üretmek istiyor. Ürettiğinden eşit pay almak, kültürüyle, kimliğiyle huzurlu, mutlu yaşamak istiyor. Çocuklarına iyi bir gelecek bırakmak, bugünü güvenli yarını ise umutlu görmek istiyor. İşsizlik şoku, göç şoku, gelirde adaletsizlik, üretimsizlik, siyasi gerilimler, toplumsal yapıda yaşanan kırılmalar, yoksulluk ve yoksunluk, eğitimsizlik ve yaşamın her alanında hissedilen özgürlük ihtiyacı içinde yeni bir yol arıyor kendine.
Aynı süreçte dünya, benzer krizlerle mücadele etmek, ortaklaşmak ve çözümler üretmek üzere hal ve gidişatın yönünü değiştirmeye çalışıyor. Bölgesel çatışmalar, iç savaşlar, iklim krizinin toplumsal etkileri, doğanın yağmasının yarattığı derin izler…
Bu anlamda İzmir, Türkiye’nin farklı sorularına yanıt, derinleşmiş sorunlarına çözüm olabilecek bir inisiyatifi alabilir. Ülkenin tüm kurumlarıyla, yapılarıyla mevcut durumuna, köklü, kalıcı ve toplumsal kararlaşmayı içeren bir ön açıcılık ortaya koymak için İzmir’in kendine bir öykü kurması, öyküsünü geliştirmesi, anlatması, toplumsallaştırması ve bu sayede ülkenin dünyanın gündemine bir katkı sağlamaması için hiçbir neden yok.
Bu öyküyü birlikte kurmak, ortak adanmışlıkla toplumsal bir enerji yaratmak, İzmir’in Türkiye’ye ve Dünya’ya iyimser bir deneyimi ifade etmesinden söz ediyoruz.
Bu ülke için neye üzüntü ve öfke duyuyorsak ona dair bulunduğumuz her yerde bir şeyler yapmaya başlamak, aynı kaygıları ve iyimserliği paylaşan insanların örgütlü hareketini geliştirmek ve bu sayede; eğitimden sağlığa, üretimden tüketime, doğa savunuculuğundan hak temelli mücadeleye her alanda ortaya çıkan birikimleri aynı yöne çevirmek günün konusudur.
Temel gıda ürünlerinden başlayan üretim krizine nasıl yanıt bulunacağız? Ağaçları, suları, bitki örtüsünü nasıl koruyacağız? Hak ve gelir adaletini sağlayacak, onurlu bir yaşamın koşullarını nasıl geliştireceğiz? Bir arada barış içinde özgür ve mutlu bir yaşamı nasıl inşa edeceğiz? Tüm bu soruların yanıtları, içinde bulunduğumuz toplumun içinde… Öz güveni kırılmış, iyimserliği örselenmiş, ülkeye ve insanına inancı azalmış olsa da bu toprakların mücadele ve değiştirme gücü hala günceldir.
Günceldir, bu devrimci bir tutumdur. Çocuklarını, ağaçlarını, canlılarını korumak, kadınları özgür, sokakları güvenli, özgür ve eşit bir yaşam kurmak için emek vermek, bu çağın yaşamsal devrimidir.
İzmir bu fotoğrafın içinde bekleyen değil, hareket tarzı öneren… şikâyet eden değil, çözümü üreten… kendine kapanan değil, inisiyatif alan bir kent olarak kendisine ve ülkeye bir öykü anlatmalı.
Yerel yönetim gücü, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum yapıları, farklı alanlardaki platform ve örgütlenmeleri ve en önemlisi ortak geleceğe inanan bireyleri ile İzmir, özgün geliştirilebilir ve örneklenebilir bir toplumsal gelişmeyi sağlayarak gerçekçi bir model olabilir.
Doğayla barışık, kadınları güçlü, çocukları mutlu, “kimsenin geride kalmadığı”, günlük yaşamı iyileştirilmiş, kültürünü, tarihini ve değerlerini korumayı başarmış bir yaşamı ortak emekle ve ortak gelecek duygusuyla yaşanabilir hale getirebilir İzmir.
Buna inanmak ve emek vermek tam tamına yurtseverliktir.