İktidar koalisyonu, 31 Mart ve 23 Haziran eşiğinden bu yana yalpalamaya devam ediyor. Seçimlerin kamu kaynaklarıyla ve gücüyle sonsuz manipülasyonuna dayanan sistemlerinin çökmesi, hemen hemen bütün ana kentleri kaybetmesiyle başlayan iç tartışmaları son aylar dışa dönük topyekûn bir savaşa dönüştü. Özellikle hazırlanmış sosyal medya operasyonlarına dayanan sistemi, uzun bir paylaşım zinciri ile anlatmıştım.*
Sistem tamamen kurgusal ve tek elden yürüyor. Birkaç önemli güç odağı tarafından yönetiliyor. Bu güç odakları adeta soygun düzeniyle elde edilmiş medya gücünü de bu sistemin işlemi için kullanıyor. Denklem şöyle, belli başlı hesaplar onlara pas edilen saldırıyı başlatıyor. Bu saldırı sonrasında binlerce hesaptan aynı yalan ve çarpıtma, kopyala – yapıştır biçiminde dolaşıma sokuluyor. Buna istihdam edilmiş ajanlar eliyle görseller yapılıyor. Sonra web siteleri bu saldırıyı içeriklendiriyor, saldırının hedefine göre sabah havuz gazeteleri, öğlene doğru da havuzun TV kanalarında mesele “enine boyuna” tartışılıyor. Bu propaganda makinesi sonsuz bir iktidar gücüyle destekleniyor. Doğru ifadesiyle söylersek, bu makina bir karalamadan öte bizatihi güncel politikanın odağı durumunda. Bir hanedana dönüşen iktidar ve ortakları, onları destekleyen besleme şirketler, onların etrafına sarılmış cemaatler, gruplar ve çıkar çevreleri ülkenin tüm gerçeğinden kopmuş durumda. Ne süregiden geçim intiharları, ne kitleselleşen yoksulluk ne de demokrasi ve özgürlükler alanında en ufak bir hak kırıntısı bırakmayan boğucu atmosfer. Bu gerçeği örmek için bu “makine” çalışıyor tam da… Bu iklimi değiştirecek, topluma reva görülen gerçekliği dönüştürecek tüm olasılıkları ürkütmek, mümkünse yok etmek, politikasız ve içine sinmiş hale getirmek için pervasızlık töreni düzenliyorlar.
Salgın günlerinde tek kullanımlık bir maskeyi bile ihtiyaç sahiplerine ulaştıramayan iktidar bloğu, salgının sağlık gündeminden sosyal gündeme geçişiyle birlikte daha sert bir itirazla karşı karşıya kaldı. Yediğini, içtiğini, giydiğini üretemeyen, tüm kurumsallaşmalarını kaybetmiş, uluslararası saygınlığı ağır yara almış, küresel sosyal medya ağlarının raporlarına “troll devlet” olarak kayda girmiş bu yapının Türkiye’ye önereceği bir gelecek yok. Bütün maddi ve manevi stok yağma edildi. Bütün değer istismarı yapıldı, kutuplaşma son sınırına kadar zorlandı. Onların ve ortaklarının kasaları doldukça daha da yoksul, daha da kutuplaşmış bir toplum olma hasletlerini yitirmeye yüz tutmuş, kendine ve geleceğine yabancılaşmış bir ülke kalacak bize… Bunu biliyorlar. O yüzden gelişeni, serpilip büyümekte olanı, tüm imkânları yok edecek bir propagandaya muhtaç haldeler.
Tunç Soyer de tam da yukarıdaki nedenlerden ötürü sistematik bir saldırının hedefi oldu oluyor. Çünkü Soyer İzmir kent ittifakının başkanıdır. Farklılıkları kapsayan ama o farkları ”İzmir” ortaklığında birleştiren bir siyasal hattı vardır. Soyer dünyayla konuşan bir belediye başkanıdır. Dünyayı izleyen, küresel gündemleri yerelle buluşturan, iklim adaletinden ekolojik yaşam deneyimlerine kadar bir çok pencereye bakar. Süreç içinde öncelikleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ydi. Sonra farklı ilçe belediyelerine yönelik kimi zaman yalan, kimi zaman kurgularla aynı saldırıyı yaptılar. Bir süredir odakta İzmir var. İzmir, iktidar tarafından kendine biçilen ‘köhneleşmiş emekli kenti’ rolünü kabullenmiyor artık. Hem Ege’yi içine alan ama tüm Türkiye’ye iyimserlik taşıyacak örnekler koymak istiyor. İzmir artık bekleyen değil, hareket tarzı öneren… Şikâyet eden değil, çözümü üreten… kendine kapanan değil, inisiyatif alan bir kent olarak kendisine ve ülkeye bir öykü öneriyor.
Yerel yönetim gücü, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum yapıları, farklı alanlardaki platform ve örgütlenmeleri ve en önemlisi ortak geleceğe inanan bireyleri ile İzmir, özgün geliştirilebilir ve örneklenebilir bir toplumsal gelişmeyi sağlayarak gerçekçi bir model olabilir.
Bu modele saldırıyorlar. İzmir’i dar bir alana sıkıştırıp, sadece sembollere bağlı kalan, nostalji ile hareketsizleşmiş bir kent olsun istiyorlar. Tunç Soyer’e bu nedenle açıktan savaş ilan ettiler. Atalık tohumların verdiği rahatsızlık bu, yoksul evlere giden kumanyanın, ihmal edilmeyen göçmenlerin, yaşama ağırlığı özgürce koyan kadınların rahatsızlığı bu. Yoksul mahallerdeki gençlerin kentte daha fazla katılmasını sağlayan eşit haklar anlayışının verdiği huzursuzluk.
Bu yolda devam edilmeli, daha güçlenmeli bu yürüyüş. Türkiye’ye karamsarlık değil iyimserlik veren bu canlılık daha da iyi anlaşılmalı ve anlatılmalı.
*(https://twitter.com/evrenbarisyavuz/status/1251582777943883776)