Yerküre, tarihinin en kırılgan dönemlerinden birini geçiriyor. Sermayenin küreselleşmesi, emeğin ve savaşın ihraç sistemi, ulaşım ağlarının yaygınlığı ve hızı ile dünyamız kocaman camdan bir küre artık. Elbette bir gezegen olarak Dünya yaşamından söz etmiyoruz, bir tasavvur olarak dünyanın üzerinde serpilen gelişen insanlığın krizi bu. İnsanlık uzun zamandır bir uygarlık krizi içinde. Düne dair inşa edilmiş bütün kavramlar atlası dağıldı gitti. Savaşlar, kırımlar, soy kırımlar, doğanın ve canlı çeşitliliğinin yok edilmesi, gelir adaletsizliği, işsizlik şokları, iklim krizi… Bu uzun listenin eksiği çok fazlası yok. Bu krizleşmiş zamanın içinde yeni arayışlar, geçmişin büyük ve güzel öykülerine yönelen nostaljiler de yok değil.
Böylesi bir vakitte salgın düzeyine hızla geçen korona virüs, kırılgan ve sarsılmış zamanın tam ortasına düştü. Böylesi zamanlar salgın kadar söylenti zamanlarıdır. Çin’de başlayan mesele, İran sonra İtalya’ya ve kıta Avrupa’sına küresel kapitalist sistem ve onun tüm ‘gösteri’leri alt üst oldu. Akış diye ifade edeceğimiz ve belki de sistemin en güçlü olduğu şey olan, gündelik yaşamı, tüketimi, müsabaka ve etkinlikleri ve en önemlisi üretimi sürdürme gücü zaafa uğramış durumda. Bu durum sistemin kırılganlığını da ortaya koyarken, “gösteri” ile ayakta kalan sistemin de kendini sürdürme olanaklarının sınırını da gösteriyor.
Bu vizörden baktığımızda şatafatlı, bol ışıklı, protokollerden oluşan uygarlığın bir anda dağılacak kum taneleri gibi olduğunu da gördük. Bu vizörden Türkiye’ye baktığımızda bir devlet – yurttaş görüyoruz. Halkın geniş bir bölümü devletin herhangi bir kriz durumuna hazır olduğuna, süreç yönetimi konusunda mahir olduğuna inanmıyor. Bunu defalarca sınadı halk, çoğu kez haklı çıktı. 1999 Büyük Marmara Depremi’nde yıkılan kentlerden önce sadece kendi güvenliğine odaklanmış devletti. O günden bu yana seller, afetler, depremler, katliamlar içinde devlet aygıtının kaba bir kolluktan öteye gidemediğini de görmüş oldu bu ülkenin insanları. Şimdi bu anlamda yerelleşmeyi, yerelliği yeniden düşünmek gerek. Yerel yönetimler halka temas gücü ve meşru dayanaklarıyla bu ve olası başka krizlerin yönetilmesinde etkin rol oynayabilir. Salgın gündemi ile birlikte belli başlı belediyelerin aldığı inisiyatif dikkate değer olduğu kadar geleceğe dair de bir inisiyatif olanağı vermekte.
Yine bu vizörden baktığımızda dayanışma kadar çirkinliği de görürü haldeyiz. Temel tüketim ve hijyen maddelerine yapılan ani zamlar. Karaborsacılık düzeyinde fahiş fiyatlandırmalar. Bazı alışveriş sitelerinin bu fiyatlandırmalara alet edilmesi gündemin çirkin yüzünü gösterdi. Bu fırsatçılığın da bir tarihi ve ezberi var elbette. Bombalanmış havaalanı önünde dövizle taşıma yapan taksicileri unutmadık, deprem yağmasına gelenleri, yardım malzemesini çalanları, mültecileri istismar edenleri, deprem vergilerini hiç edenleri elbette unutmadık. Uyduruk bir yüz maskesine bir avuç para isteyen utanmazlık bu zamanın krizdir aynı zamanda. Virüsler dönüşür, uyumlanır hatta geriletilir ancak bu yaşam formu, toplumların yegâne hastalığı olmaya devam ederler. Bu hastalığa basarak gelişir diktatörlükler. Dikta rejimleri aslında sokak bir insanda bedenleşir çoğu kez, onun gündelik çıkar için göze aldığı tüm çirkinliğin organize edilmiş halidir.
Depremler içinde, mülteci akını ortasında, özgürlüğü ve adaleti çalınmış yoksul, yoksun ve türlü gerici fikirlerle kuşatılmış, bunalmış bir haldedir Türkiye…
Hepsi aşılır, iyileşerek, iyileştirerek.