İşsizlik ve yoksulluk bir rastlantıdan, bireysel başarısızlık öyküsünden öte, sistemin doğal çıktısı, adaletsizlik üzerine kurulmuş para ve mülkiyet dünyasının başat görünümüdür.
Türkiye gibi geri bıraktırılmış, kendi tarihsel kodları ve tercihleriyle dünyanın ucuz iş gücü pazarı olmuş, üretmekten çok tüketmeye, gelişmekten çok gerilemeye motive edilmiş ülkeler için yoksulluk ve yoksunluk birer silahtır. Kimin için? Egemenler için. Yoksulluğu yaratanlar ondan beslenir. Yoksulluk ve işsizlik, iş gücünün değerini düşürmek için silahtır. Geniş toplumsal kesimlerin onları yoksul, çaresiz ve geleceksiz hale getiren şartları anlamaları için âdete körleştiren bir silahtır. Yoksulluğu kontrol altında tutma, kontrol edilebilir yoksullukla sistemi sürdürme bu silahın politik yüzeyidir.
Türkiye'nin yüzde 34'ü sosyal yardım alıyor. Bu sosyal yardımların kesilmemesi için sistematik biçimde korkutulup, yardıma muhtaç hale getiren siyasetlere eklemleniyorlar.
Öyle bir döngü ki bu, yoksulluğu elden ele gezdiren bir hal alıyor. “Nöbetleşe yoksulluk” ile daha da derinleşiyor. Nöbete göçmenler geliyor, onların yerini başka göçmenler alıyor. Sığınmacılar, mülteciler, kâğıtsızlar sırayla aynı işleri yaparak hayata tutunmaya çalışıyor.
Çalışmasa aç kalacak, işini kaybetse açlıkla yüz yüze kalacak insanların ülkesi artık Türkiye. Çalışsa da açlık sınırının altında yaşayanların ülkesi artık… İşsizler çalışanlara karşı bir şantaj malzemesi, Çalışanlar işsizler için bir öfke nesnesi. Yoksullar birbirini dövüyor çarşıda pazarda, birbirine küfür kıyamet… Yoksullar, göçmen yoksullara düşman, onları buraya süren siyasi iklimi umursamadan. Bir balta bu, sapı halk ormanında kesilmiş, yine ağacı kesiyor.
İktidar sahipleri ise yoksulun uysalını, tamah edenini, hakkı lütuf sananını seviyorlar. Zulmün Allah'tan geldiğini sansın ki, ona vurulan kırbacı ucunu görmesin istiyorlar.
Türkiye'deki insanların yüzde 42'sinin asgari ücretle geçindiğini ve düzenli geliri olmayan milyonlarca insanın yaşadığı devasa bir sorunla karşı karşıyayız. Salgın koşulları bu derin çelişkiyi daha da derinleştirdi ve daha görünür kıldı. Çalışma yaşamında istihdamın güvencesiz, düşük ücretli işlerde daha fazla artması, salgın döneminde ise başta bu tür işlerde olmak üzere kitlesel ve yıkıcı bir işsizlik dalgasının ortaya çıkması, artan sayıda haneyi yoksulluk riskiyle karşı karşıya bırakmış ve dolayısıyla da sosyal yardıma muhtaç duruma getirmiş durumda… İşportacılar, gündelik yevmiyeli işçileri, ev emekçileri, hizmet sektöründe çalışanlar bu sürecin sokak kısıtlamasıyla en fazla risk altındaki gurubu oldu.
Kamu kuruluşlarının sosyal yardım harcamalarından 17 milyona yakın kişi yararlanması planlanmış. Belediyelerin tüm sosyal yardımlarının 2016'da 2,1 milyar TL, 2017'de 3,2 milyar TL ve 2018'de 4,9 milyar TL'ye ulaşmış durumda. Bu sayıların 2020 çok daha yükseleceği aşikâr.
Yoksulluk sadece onu istismar eden zenginler için güzeldir. Yoksulluğu öven, şükür telkin eden yoksulluğu yaratan düzeni över. O nedenle “BİZ VARIZ” dayanışmanın politikasıdır. Bu düzeni gerçek anlamda değiştirmek için hak zemininde toplumsal bir adalet inşa etmek gerekiyor. Yoksul mahallelere dönüp, “Korkmayın, biz varız” demek gerekiyor.