Bir yazı dizisi var aklımda, haftalık olarak genişleteceğim bir düşünme pratiği olacak ve ortak bir gelecek arayışına bağlanacak.
Türkiye bir kimlikler ülkesi. Kimliğini kalabalık aidiyetler ile arayanların, kırdan kente göçün, sınıfsal yoksunluğun ve reva görülen yaşamı kendine ait zannetmenin ülkesi. Böyle bir ülkede kimlik siyasetlerinin 100 yılı aşkındır süreç güçlü kökleri oluştu. Siyasal iklimi oluşturan ve bugün çatışma halinde olan, kısmen dönüşen bütün partiler, yapılar 100 yıldan fazla zaman önce, coğrafyanın kaderinin nasıl tayin edileceğine dair sorulan soruların yanıtı aslında.
Siyasal payandalardan olan Kemalizm, İslamcılık, Türkçülük, Kürtçülük, Ermenicilik, Alevicilik, İştirakçilik (Sosyalizm) ve saire… Dağılan Osmanlı’nın büyük ve düşünsel odaklar olan kentlerinde karşılık buldu. Dünyayı saran tartışmaların gölgesinin düştüğü bu birikimde Halep’ten Üsküp’e, İstanbul’dan Diyarbakır’a birçok merkez, geniş kesimlerin ortaklaşacağız bir “toplumsal proje” koymayı denedi. Bir hanedana dayanan ve toplumsal karşılığını tümüyle yitirmiş Osmanlı’nın yerine bir “şey” örgütlemeye dayanan siyasal aksiyon, tarihin akışı içinde kimsenin tam aklındakine benzemeyen ve son derece kanlı hesaplaşmalara sahne olan bir verili durum bıraktı. Bu duruma “Türkiye” diyorum ben. Türkiye bir durumdur, bir gerilimdir aslında. Bir ülke olarak da bir tasarım olarak da gerilimlidir. Bahsi geçen payandalar iç içe geçti süreç boyunca, birbirine eklemlendi, ortak çemberler oluştu. Bu “melezleşmeleri” sonraki yazılarda anlatmayı hedefliyorum.
Ancak burada 100. Yılında Cumhuriyeti konuşmanın vakti geldi. Nasıl bir cumhuriyet bizimkisi? Nasıl bir cumhuriyet olmalı ve ortak bir geleceğe yönelik ikna edici ve kapsayıcı anlam dünyası olmalı? 100 yıl sonra yine bir hanedan, yine çürümüş kurumlar, yine toplumsal çatışma riskleri, yine dışa bağımlılık… Başa sardık. Bu defa bir birikimle başa sardık, bu defa baştan ve daha doğru kurmanın bir ihtimal olarak mevcut olduğu, bunun için güçlü bir iyimserliğe ve yurtseverliğe ihtiyaç olan bir başlangıçtayız. Öyle bir başlangıç ki bu, aslında tümüyle toplumsal yapıların kopuş içinde olduğu ama kopmadığı... Çatışma halinde kimliklerin olduğu ama henüz sıcak çatışmaya girmediği bir iklim bu. Bu tuhaf durum aslında iyimserlik için bize zemin. Burada kalanların, burayı özleyenlerin üzerine ortaklaştığı bir ülke arayışı… Bu arayışı konuşmalıyız. Bu arayışın özgürlükle, barışla, yaşamla, kadınların varlığı ile çocukluğun korunması ile emeğin hakkını alması, inancın ve inanmamanın saklı tutulması ile ötekisiz - berikisiz yurttaşlıkla “bilhassa” sola bükülmesidir meselemiz.
Devam edeceğim…