Gazete ve dergilerin, çeşitli nedenlerle kapandığı ya da dijital ortamlara taşındığı bu dönemde, İz Gazete’nin yaşadığı ve yaşattığı yenilik çok kıymetli. İnternet gazeteciliğini keyifle takip ettiğim İz Gazete’yi artık bayiilerde görmek, biz İzmirlilerin şansı diye düşünüyorum.
Her hafta Salı günü, doğayı yani bizi yazacağım. Doğanın aslında dışımızda değil tam içimizde; soframızda, dilimizde, ürettiklerimizde, mayamızda olduğunu aktarmaya çalışacağım. Tüm bunlar için ilham veren herkesi şükranla anarak...
İlk buluşmamız, benim ilk okulum dediğim Gediz Deltası ve yüzlerce yıldır deltanın bize sunduğu tuz hakkında olsun istedim.
İzmir’in 40 bin hektarlık sulak alanı Gediz Deltası kentin tarım, balıkçılık, hayvancılık ve tuz üretim alanı olmasının yanı sıra biyoçeşitliliği sayesinde İzmir’le Akdeniz, Avrupa ve Afrika’yı bağlıyor. M.Ö. 4 üncü yüzyılda kurulan ve kuğu motifli kendi sikkelerini basan Leukai Antik kenti de yine burada. Aynı zamanda Tuz Gölü ile birlikte ülkemizde ki iki flamingo üreme alanından biri.
Fas, İtalya, Fransa gibi Akdeniz ülkelerinde doğan flamingoların Gediz Deltası’nı tercih etmesinin çok temel bir nedeni var. Deltada ihtiyacı olan besini ve üreme alanını bulabilmesi... Bunun için her yıl binlerce flamingo, deltanın tuzlalarında yuva yapıyor.
Deltada ki tuzun tek ilişkisi flamingolarla veya tuzcul çayırlarda yetişen deniz börülceleri ile de değil. M.Ö. 200-300 lü yıllardan bu yana burada tuzun hasadı yapılıyor. Hem de ne yapılmak... Antik Roma’da ardından Osmanlı’da tuz, altın kadar kıymetli hatta Romalılar “beyaz altın” olarak adlandırıyor. Zira derinin tabaklanması, balığın ve etin kurutularak saklanması, sabun yapımı ve bugün Anadolu’da devam eden nazara karşı bazı ritüeller başta olmak çok pek çok alanda kullanılıyordu.
Tuz, ekonomi ile birlikte kültüre de etki ederek bugün dilimize geçmiş bazı deyim ve sözcüklerle altın çağını hatırlatıyor. Latince’de tuz anlamına gelen “salarium” kelimesi bugün İngilizce’de maaş anlamındaki “salary” kelimesinin sebebi... Pahalı bulduğumuz ürüne “tuzluymuş” dememiz de tesadüf değil. Tuzun, alış verişte para yerine kullanılması da bunların sonucu (Bugün para yerine tuz kullansak ne olurdu? Muhtemelen, İzmir’de yaşayıp Gediz Deltası’nı tanımayan hiç kimse olmazdı. Bir kaç yılda bir ortaya çıkan liman ve otoban yapımı gibi Deltayı tehdit eden çılgın projeleri hiç konuşmuyor olurduk).
Osmanlı ekonomisinin lokomotiflerinden olan tuz, Anadolu’da göl, kayalardan elde edilirken deniz tuzu için Gediz Deltası, Milas ve Ayvalık önemliydi. Gediz Deltası’nda tuzun üretimi, bugün olduğu gibi deniz suyunun tuz tavalarına alınıp rüzgar ve güneşin etkisi ile suyun buharlaşmasını bekleyerek gerçekleşiyordu. Tuzun hasadı ise binlerce kişi tarafından küreklerle gerçekleştiriliyordu (2010 yılına kadar hasat bu yöntemle, Afyon Uşak gibi civar illerden mevsimlik olarak gelen kişilerle yapılıyordu). Ardından, gemi ile Foça’ya taşınıp tuz depolarında çuvallara yerleştirilip mühürlenerek yurt dışı ve içine gemilerle taşınıyordu. Civardaki yerleşim yerlerine ise develerle taşınıyordu. Ancak tuzun Gediz Deltası’ndan Foça’ya taşınmasının, maaliyetleri arttırdığına karar verilmesi ile Foça, Phokaililerle başlayan deniz ticaretindeki etkisini kaybetmiş oldu. Foça’nın Ilıpınar Mahallesinde ki deve damlarının işlevini yitirmeye başlaması da böyle oldu.
Cumhuriyetin ilk yıllarına gelindiğinde ise; o zaman ki adıyla Türk Hava Ordusu’na uçak satın almak üzere başlatılan kampanyaya yapılan bağışların bir kısmı, halkın tuz hasadından elde ettiği gelirlere dayanıyordu...
Bugün kilosu marketlerde bir kaç liraya satılan tuzun çok kısa özgeçmişi böyle...
Doğadan uzaklaştıkça birbirimizden de uzaklaşıyoruz. Dileğim her Salı bu köşe, yakınlaşma nedenimiz olsun. Belki bir gün buluşup Gediz Deltası’nı keşfetmeye de gideriz.