Yalnızlık. Yoksunluk. İletişim kuramama hali. Gönüllü tecrit. İntihar. Bunlar, 'Erkekler, futbol ve dahası” tiyatro oyunundan küçük satır başları. Bazılarının hayatı maalesef bu satır başlarından ibaret. Uzak değil. Sadece bundan birkaç ay önce, Türkiye toplu intihar haberleriyle sarsıldı. İnsanlar bu kadar mı çaresizdi? Kapı komşuları hiç mi kapılarını çalmadı? Hiç hal hatır soranları olmadı mı? Bunun gibi yüzlerce soru havada uçuştu. Sonra balık hafızalı olduğumuz için her şeyi unuttuk. Birden Korona kapımızı çalınca, bu küçük satır başları hayatımızın bir parçası haline geldi. Sadece intiharlar yerini hastalıktan kayıplara bıraktı. Artık hepimiz evdeyiz. Birbirimizden ayrışmış, ayrılmış, tam anlamıyla tecrit edilmiş vaziyetteyiz. Şimdi biraz kendimizi dinleme ve bu satır başlarının üzerinden geçme zamanı. Bütün bu açmazlara “Erkekler, futbol ve dahası” oyunu üzerinden bakalım istedik.
Çokça hasarlı üç adam. Hayattan sağlam dayak yemişler. Öyle ki hayatlarının bir noktasında takılı kalmışlar yaşamaya devam edemiyorlar. Kendilerini isteyerek eve hapsetmişler. Onların ki gönüllü tecrit. Fanatik futbol hayranlığı hayatla hayal dünyası arasındaki ince çizgiyi belirliyor. Öyle ki 2. adam stadı evin ortasına taşımış. Evlerinde çok fazla eşyaları yok ama kale ağları var, dört sandalyeli plastik seyirci koltukları var. Yatağın altı içilmiş boş bira kutularıyla dolu hatta bir basın masası bile var. Bunların ne kadarı o adamların hayal gücünde yaşanıyor, ne kadarı gerçekten evin salonunda yer alıyor diye düşünüyor insan. Hayal dünyası ve gerçek arasında nasıl bir çizgi var? Yunus Emre Gümüş’e göre, oyun üç adamın karanlık ve komik hikâyesini anlatıyor. Yunus Emre Gümüş, “Bu hikâyede futbolun yanı sıra kadınlar, zaferler, kayıplar, aşklar, aileler, ölümler, platonik sevdalar hatta şirinler bile var. 3.adam oyunda bir yerde ‘Ben futbolu seviyorum ama futbolu sevme biçimimizi sevmiyorum’ der. Bugün erkeklerin sadece futbolu değil hayatlarında olan kadınları sevme biçimi de onaylanacak türden değil” diyor. Hayatlarında aşk, futbol, iş, kadınlar konusunda ağır yenilgiler almış ve bir türlü bunun üstesinden gelememiş milyonlarca insanı da yakından ilgilendiren eğlenceli bir çuvaldız meselesi var ortada.
Üç kafadar için hayat bir noktada duruyor. Hayatın bir noktasında takılıp kalıyorlar. Onları sıra dışı yapan bu yaşadıkları trajedi. Belki bizim oturduğumuz apartmanda, mahallemizde bu karakterlerden biri yaşıyor ve bizim onların varlığından bile haberimiz yok. Bu acı eşiğini defalarca geçmiş insanlar gündelik hayatta, adeta görünmez bir şekilde, yanımızdan geçip gidiyorlar ve biz bunun farkında değiliz. Başka insanlarla iletişim kuramadıkları için o insani sıcaklığı yaşayamıyorlar. Acılarını paylaşacakları hiç kimseleri yok. Kendi acılarında boğulan milyonlar var. Akşam olup, herkes kapısını kapadığında yalnızlığı, acısı ve umutsuzluğuyla baş başa kalıyor. Bunu kaldıramayanlar, yolun sonuna gelenler, erken havlu atıyorlar. Oyun büyük şehirlerde kaybolan yalnız insanların ortak sorunlarını ele alıyor. Sessiz ve sade bir şekilde attığı tokadın izinde aidiyet, ötekileşme, bağlılık, yalnızlaşma ve yabancılaşmanın sureti görünüyor. Artık hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış, dibe vurmuş bu üç adamın gözünden sıradan hayatlarımıza bakıyoruz. Kredi kartlarımız ve elimizden bırakmadığımız son model telefonlarımızla sanki çok şeye sahipmiş gibi yapıyoruz ama işin aslı çok farklı. Bir türlü yüzleşemediğimiz bu gerçeğin kaç kişi farkında? Oyunun yazarına göre, “oyun aslında kimsenin hiçbir yere gitmediği bir yol hikayesini” anlatıyor.