Sokak röportajında birisi şöyle diyor: Hizbullahçıyız, cihada hazırız ve ekliyor muhalif siyasetçiler için “Kafalarını keseceğiz. Bunlar kafirdirler. Kökleri de kafirdir.” Röportajı yapan haberciyi de “Bunları yayınlamazsan bu sokağa gelme” diye tehdit ediyor. Burada yer vermediğimiz birçok konuda nezaket ölçüsüne sığmayan iddiası da var.
Bu haberi, tekil bir olay diye algılamak yanlış. Büyük bir özgüvenle bu konuşmayı yapan kişinin konuşmasındaki birçok bilgiyi kendi kendine çıkardığını söylemek de safdillik olur.
Cihat, Hizbullah gibi deyişler kutsal kitapta da geçiyor ama, yirminci yüzyılın sonundan itibaren bu terimler kalkışma ve kafa kesme şekline dönüştü. İslami terör örgütleri bu vahşi eylemin videosunu sosyal medyada paylaşarak hem propaganda yaptı hem de kitlelere korku saldı. Aslında Hizbullah İran Şahını devirmek için 1973’te örgütlendi. Ardından güney Lübnan’ın İsrail tarafından işgaline son vermek için Lübnan’da da partileşti.
Örgütlenmenin ortak noktası partilerin askeri kanatlarının olması.
Türkiye’deki Hizbullah PKK’ya karşı din öğesini kullanarak kuruldu ve bazı devlet kurumlarının da desteğini aldı. Devlet adına yüzlerce, hatta bir iddiaya göre 2 bin kişiyi katletti, işkence etti. Bu örgüt işlevini tamamlayınca geri plana çekildi. Ancak, örgütün yöneticileri, elemanları sistem içinde kaldılar.
Sonra ne oldu, bu kesimin bir kısmı Hüda Par’ın kuruluşunda ve yönetiminde yer aldı. Bu kişilerin bir kısmının Hüda Par’ın AKP-MHP- BBP ittifakına katılmasından sonra milletvekili olarak Meclis’e girmesi hedefleniyor. Önümüzdeki yıllarda bu kişilerin TBMM’de dokunulmazlık zırhı altında kamuoyuna köktendinci mesajlar vermesi sürpriz olmayacak.
Anlattığım röportaj için tekil değil ifadesini kullandım. Kemal Kılıçdaroğlu’nun kapısına gittiği SADAT örgütlenmesi de tekil değil. Erdoğan’ın danışmanı olarak önemli toplantılarda yer alanların “İstediğimiz yasal değişiklikleri yaptırdık” sözleri de bir planın parçası.
Kişisel kanım odur ki, daha önce lağvedilen bekçilik kurumunun yeniden yeni şekliyle canlandırılması da bir “örgütlenme” ve kitleleri yönlendirme çabasıdır.
İçişleri Bakanının uyuşturucu dağıtıcıları konusunda “Yakalarsınız bacağını, kolunu kırın” diye polise direktif vermesi sokaktaki uyuşturucu satıcılarını değil, halkı sindirme planının bir parçası. Uyuşturucu dağıtıcıları birer ikişer yakalanıyor ama beş ton, üç ton uyuşturucu getiren baronlar ortalarda dolaşıyor.
Bir devlet kurumunun diğer devlet kurumlarına yaptığı eziyet var. Bakanlıkların, valiliklerin kaymakamlıkların muhalif partilerin belediyelerine, sivil toplum örgütlerinin halka dönük hizmetlerine engel ve getirdikleri yasak kararlarından söz ediyorum. Deprem, sel gibi konularda belediyelerin topladığı bağışların tutulduğu banka hesaplarına el konulduğunu da unutmayalım.
Televizyona çıkıp ona sürtük, buna aşağılık derseniz, kendini bu üsluba yakın bulanlar da “başlarını keseriz” diyecek noktaya gelebilir.
Söz bir yana, olayları sessizce izleyen 86 milyon insan var. Onların ataları, bu vatan işgal edildiği zaman, kurtuluş için ne gerekiyorsa Mustafa Kemal Atatürk’ün işareti doğrultusunda yaptılar. Zamanı gelince, diyelim ki 14 Mayıs 2023 seçiminde bu halk Millet İttifakı önderliğinde gerekeni yapacaktır umudundayız.