Korku:
Bereketli topraklarda, özgürce akan sulara, güneş sıcaklığına, ay ışığına, parlayan yıldızların seyrinde yetişen ağaçları plansız kesen, eken, diken hoyratça kullanan insanoğlundan korkuyu ile ilk defa toprak yaşadı. Yatakları değiştirilen akarsular, doldurulan, kirletilen deniz, atıklar…, doğa korku ile tanıştı.
“Bu çocuğu istemiyorum” sesini duyan, ana karnında tekmeyi yediğinde, insanın insana zulmünü öğrendi bebek. Nazım Hikmet, '… Anamız, avradımız, yârimiz. Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen. Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlarımız' kadınlar erkek korkusu ile yaşıyorlar. Büyürken, gençken… sevgiden uzaklaştırılarak korkulara teslim edilen yaşamlara sürekli birileri koruyucu, kurtarıcı olmak için yaraştılar. Yüz yıllardır daha çok katmerlenerek korku topluma planlı şekilde empoze edildi.
Korkanlar, kurtulduklarını sandıkları anda düştükleri denizden boğulmamak için, yılana sarıldıklarını zehir bedenine acı vererek yayıldığında fark ettiler.
Kendi doğası içinde sevgi bekleyen çocuk, büyüklerinin belirlediği kurallar içinde korkuları ile büyüdü. Büyüyen gençler gelenekler, töreler envanterine bağlı yaşam sürdüler. Kuralları koyanların farklı yaşadığı, sırtları sıvazlanan, aba altında sopa gösterilen yoksullar dayatılan yaşama itaat ettiler.
Yuva kurma umudu ile sevdalanıp evlenen genç kızlar koca şiddetini “şans, kader, Allah’ın takdiri” olarak kabullenerek yaşadılar. Ebeveynlerin kabul ettiği “teslimiyet” yaşamını çocukları devam ettirdi.
Allah sevgisi yerine Allah korkusu ile dinini sevdirme eğitimi uyguladılar.
Şahlar, Emirler, Padişah, Halife…, tahtına çıkanlar ahaliyi “kulları” ilan ettiğinde toplum fermanı korkusu ile tanıştılar.
Kendilerine kazandıran halka kaybettiren atasözü üreten siyaset mühendisliği din, milliyet, mezhep, ulus duyguları kullanılarak insanlarda bilinçaltı oluşturuldu
“Devletin malı deniz, yemeyen domuz” diyen sermayenin şehveti ve serveti her geçen gün yoksullar üzerinden yükseldi.
Sosyal devlet içinde insan gibi yaşamak yerine “devletin kestiği el acımaz” atasözü diyerek kulaklarına küpe edilen yaşama içinde insan olma hakları budanıp, yoksullaştırılarak sefil yaşama itildiler. Açlık, yokluk, yurtsuzluk, yoksulluk, işsizlik, evsizlik, korkusu oluştu.
Halklara kaybeden, kendilerine kazandıran atasözü üretenler “bizde sizin gibi insanız. Biz de sizin gibi yaşamak istiyoruz” diyenlerin kafalarına cop indirerek ehlîleştirip itaatkâr toplum yaratılar. Bu tutumlarını dine dayandırarak “Haline şükret” sözleri yerleştirildi kafalara.
Devletleşmede kendini güvenceye alan sermaye militarist güçler oluşturduğunda yoksulların devlet korkusu başladı. Muhtar, Bekçi, Öğretmen, Memur, Asker, Polis…, korkuları oluştu.
Baba, abi, koca…, korkuları ile tanışıldı.
Sevgi!
Cennet vatanın, ormanı, akarsuları, toprağı doğası talan edilen anlayıştan insan sevgisi beklenir mi?
Ağaca, suya, bitkiye, böceğe, hayvana…, sevgisi olmayanın insana sevgisi olur mu?
Milyon dolarlık arabasının camını açarak yoksul mahallenin kaldırımında el ele yürüyen genç kız ve erkeğe “ulu orta el le yürümeye utanmıyor musunuz? Burası Müslüman bir ülke.
Gençlerin yürüdüğü mahallenin gelirlerini bir araya getirseler alamayacakları arabanın sahibi olan sefa içindeki “müminin” sefalet içindeki inançlı insanları korkuttu.
Yüzyıllar sonra ne değişti?
Siyasi arenada hala korku yayılıyor. İnsanlar; isminin anlamından korkuyor. Yaşadığı köyün, mahallenin, kasabanın, şehrin ismini söylemekten korkuyor. Din, mezhep, ulus, milliyet ve düşüncesinden korkuyor.
Fikir beyan etmekten, soru sormaktan, cevap vermekten, hak aramaktan korkuyor.
Neden korkuyorlar?
Siyaset din, mezhep, ulus ve milliyet üzerinden, ayrışma söylemleri ile şekillendiği için.
Muhalefet: iktidar söylemleri, uygulamaları ile korku toplumu oluşturuyor. Beni iktidara taşıyın sizi bu korku düzeninden kurtaracağım.
Muhalefet yoksul halkları korku ile korkutuyor.
Sosyal devlet güvencesinde aile sevgisi ile büyüyen çocuklar olmalı. İş, aş, sağlık, eğitim, gelecek kaygısı olmayan vatan sevgisi ile büyüyen gençler olmalı. İş güvencesi, güvenliği, işçi örgütlülüğü olan sendikalar olmalı. Muhalefet, bu gerçekliğin uzağında, korku ile korkutup, kendini kurtarıcı ilan ederek toplumu arkasından sürükleyerek iktidara yürümek istiyor.
Muhalefet, toplumun her alanda korkuyu yenecek örgütlülük yaratmıyor. İl başkanlarına, milletvekillerine, Belediye Başkanlarına sığınarak kendini iktidara taşıyacak korkanlar ordusunu yönetmek istiyor. Korkuyu yenmeleri için: Okullarda özerk bilimsel eğitimi tartışan öğrenciler, tarım politikalarını tartışan köylüler, iş yerlerinde bağımsız sendikal örgütlülüklerini inşa eden işçiler, memurlar, hayvancılığı geliştiren çiftçiler ortak talepleri doğrultusunda örgütlemek yerine adres olarak kendini iktidara taşıyacak sandığı gösteriyor.
‘Sizi Ben Kurtaracağım!’
Süregelen yaşanmışlık içerisinde kendi yaşamını değiştirmemiş, sürdürülen toplumsal yaşamın bir parçası kalmış birinin, aniden hidayete ermesinden başka ne beklenir?
Toplumun kendi limanına sığınması için, korkular ile korkutmak: Uygulamalara muhalif olmak demek değil, korkuyu kullanarak kendini iktidara taşıma stratejisidir.
Bir tarafta, çöpten topladığı ekmeğini suya batırıp çocuğuna yedirip, kendisinin aç uyumasını dert etmeyen şükür toplumu var.
Diğer tarafta “devletin malı deniz yemeyen domuz” diyerek servetine servet katarak onca varlığına şükür etmeyenler.
Yoksulluğu kader, sınanma, sınav gören, her konuşmalarında onlarca “şükür” kelimesini kullananlar bunca varlıklarına rağmen şükür etmiyorlar. Kendi zenginliklerine şükür etmeyenler yoksulların sefaletleri için “şükür” etmelerini salıklıyorlar. Devlet imkânlarını kullanarak servetlerine servet katıyorlar. Bununla yetinmiyorlar. Yoksul halklar üzerinden edindiği servetlerinden ayırdıkları bir parça kırıntıyı sadaka vererek “hayırsever” vatandaş ünvanlı oluyorlar.
“Kendi gücüne güvenmeyen kendi geleceğini belirleyemez”
Korku ile yaşayanlar, korunma duygusu içinde olanlar özgür birey olamazlar. Sürekli birilerine ait olarak yaşarlar. Korku ile korkutarak koruyucu olma kahramanlık değil kof bir algıdır.
Hadi hayırlısı…