Yangın her yerde her konuda! Sırf ormanları değil tüm ülkeyi hiçbir konuda koruyamadılar, yönetemediler! Kendi politik ve kişisel ihtiraslarına önce dinsel sonrasında da ulusal değerleri alet ederek toplumu eylemsiz kıldılar. Ayrıca SADAT, Halk Özel Harekât vb. örgütlenmelerle şiddetin önünü nasıl açtıklarını da gördük.
Ormanlarımız, madencilik, enerji, turizm, lüks konut gibi yatırımlar için kasten ve itinayla yakılıyorlar. Kanıt olarak, Bodrum Güvercinlik’teki yaktırılan orman alanına yaptıkları otelleri gösterebilirim. Şimdi otelin kapasite artırımı için yeni ve otele bitişik orman yangını gerçekleştirildi.
Madencilik için yakılan ormanlarımız da var enerji yatırımları için de!
Oysa 1961 Anayasa, ormanlık alanların hiçbir şekilde vasıflarını kaybetmeyeceklerini ve orman olmalarından başka amaçla kullanılamayacakları hükmünü içeriyordu. Yakanlar, çıkartılan hiçbir aftan da yararlandırılmıyorlardı.
12 Mart, 12 Eylül boşuna mı yapıldı? İşte bu hüküm o zaman yapılan Anayasalar ile yok edilerek sermayenin ormanlarımıza doğru önü açıldı; planlı, uzun vadeli biçilen role göre gereğini yaptılar.
Bu belâlardan kurtulabilmek ancak yeni bir toplum ve Anayasa ile olanaklıdır.
Yeni Anayasaya “ormanların asla bir başka amaçla kullanılamayacakları, yakanların ve yaktıranların yasalardaki en ağır ceza ile ve hiçbir zaman affa uğramayacakları” hükmü eklensin bakalım ormanlar kendi doğaları gereği yanmaları dışında yakılabiliyorlar mı görelim bakalım.
Anayasa önerilerine, dünyadan örnek olarak, Ekvador anayasasının bazı maddelerinden örnekler vermek istiyorum:
Madde 12.- Su temel ve vazgeçilemez bir insan hakkıdır. Su; toplumsal kullanıma tabi, devredilemez, ihlal edilemez, stratejik ulusal bir mirastır, hayatın temelidir.
“Madde 14.- Halkın sağlıklı ve doğal (ekolojik) dengelere uygun bir ortamda sürdürülebilir ve iyi bir yaşam sürme hakkı tanınır. Çevrenin ve ekosistemin korunması, biyoçeşitlilik, ülkenin genetik bütünlüğü, çevresel zararların engellenmesi ve tahrip edilmiş doğal alanların geri kazandırılması kamu yararı olarak tanımlanır.”
Madde 72.- Doğanın yenilenme (restorasyon) hakkı mevcuttur. Bu yenilenme tahrip edilmiş doğal alanlarda yaşayan kişi ve toplulukların zararını karşılamakla yükümlü olan devletten, gerçek ve tüzel kişilerden bağımsızdır.
Madde 73.- Devlet, canlı türlerinin yok olmasına, ekosistemin tahrip olmasına ve doğal döngünün zarar görmesine yol açacak faaliyetlere karşı önlem almak veya sınırlama getirmekle yükümlüdür.
Madde 74.- İyi bir yaşam sürdürebilmek için kişilerin, toplulukların, halkların ve milletlerin çevre ve doğal kaynaklardan faydalanma hakkı mevcuttur...
Madde 397.- Çevresel tahribat durumunda, Devlet ekosistemlerin sağlık ve restorasyonunu sağlamak amacıyla harekete geçer. İlgili cezaya ek olarak, Devlet, zarara yol açan faaliyeti gerçekleştiren aktörlerden, yasayla belirlenmiş koşullar ve prosedürler çerçevesince, tazminat yükümlülüklerinin yerine getirilmesini talep eder. Yükümlülük, çevre denetimini yerine getirmekten sorumlu kişi ve kuruluşları da kapsar.
Madde 406. - Devlet, bataklıklar, sulak alanlar, bulut ormanları, kuru ve nemli tropikal ormanlar, mangrovlar, deniz ve kıyı ekosistemleri gibi hassas ekosistemlerin korunması, sürdürülebilir bir şekilde kullanılması, iyileştirilmesi ve denetim eksikliklerinin giderilmesi yönünde tedbirler alacaktır...”
Görüyorsunuz, yaşam bir bütündür; ormanlar, sular, gıdalar hepsi bir bütün olarak düşünülmelidir.
Yeni bir toplum ve yeni bir Anayasa mücadelesi verilmeden toplumsal belâlardan kurtulmak mümkün değil! Öyle ki, Karadeniz’in heyelanlar ve sel baskınlarıyla sahil kıyılarımızdaki orman yakmaları ile “Dört dağ içindeki Dersim”deki orman yakılmalarıyla Van’daki sel baskınlarını bir arada düşünüp değerlendiremiyoruz. Artık “tasada ve sevinçte” bir Anayasa üretme çabasında olmalıyız.
Yoksa!!!