Her zaman olduğu gibi Ahmet’le okulun bahçesinde buluştuk. Futbol bizim vazgeçemediğimiz, kafamızı gözümüzü yardığımız, kolumuzu bacağımızı kırdığımız eğlence sporumuzdu. Yazı tura attık. Ben kazandım. Kazanan hem ilk oyuncuyu seçer hem de kuralları belirlerdi.
“Beşte devre onda biter. Kaybeden leblebi tozunu alır.” dedim.
Ahmet, olur anlamında kafasını salladı. Okul bahçesinde toplanan kalabalıktan ilk olarak mahallenin en iyi kalecisi “Panter” Ali’yi seçtim, Ahmet bozuldu. Sonra “Takoz” Murat bana düşünce de yüzünde hafif bir sırıtma belirdi. Murat, okul bahçesindeki futbol topu olan tek çocuktu, topu vardı fakat kabiliyetsizdi. Altışar kişi seçtik. On gölü atıncaya kadar iki saat geçti. Maçı kazandık. Sonra da kör bakkal Mahmut’un dükkânında aldık soluğu. Gözleri görmediğinden değil, oradan sürekli çikolata, sakız aşırırdık da ruhu duymazdı. Lakabı, buradan gelirdi.
Ali’yle leblebi tozlarını alıp bir ağacın gölgesine oturduk. Leblebi tozunu bir seferde diktim kafaya… Tozlar boğazıma yapıştı. Ali’ye işaret ediyorum, “Sırtıma vur, sırtıma!” diye. Kaledeki çevikliğini beyin hücrelerinde gösteremiyor. Aval aval yüzüme bakıyor. Morarıyorum, kıvranıyorum, içimden kendimi parçalıyorum, ölmeye yakın imana gelip sırtıma vurdu. Yumruklarının sesi, bir evin kapısına tüm gücünle vurunca çıkan ses misali kulaklarımda yankılanıyor…
Uyanıyorum, ateşler içindeyim. Harbiden kapı çalınıyor. Pardon, sanki yumruk ve tekme darbeleriyle kırılmaya çalışılıyor. Zar zor, önce gözlerimi sonra kapıyı açıyorum. İsmail salya sümük içeri giriyor:
“Oğlum, Tansel beni terk etti!”
“İsabetli olmuş, Tansel diye kız ismi mi olur?”
“Birkaç hafta sende kalayım, acım çok büyük”
Başladı anlatmaya, susmuyor. Hem ağlıyor hem de akşamdan kalan bisküvileri yiyor. Baktım bitirecek,
“Oğlum, burası öğrenci evi, yavaş ye!” dedim. O an elimi tuttu,
“Makarna var mı evde?”
“Yok!”
“Sen yanıyorsun!”
Sümüğünü sildiği elinin tersini anlıma götürdü:
“Para var mı? Sana ilaç alayım.”
“Yatak odasındaki kutuda var.”
İsmail yatak odasına gitti, gelmek bilmiyor. ‘Orada yiyecek bir şeyler de yoktu!’ diye düşünürken elinde ayakkabı kutusuyla içeri daldı,
“Oğlum bunda çocukluk ve sünnet fotoğrafların var, bir de VHS videokaset, Paralar nerede?”
“Küçük demir kutu var, avuç içi kadar. Onun içinde bozukluklar olacaktı.”
İsmail gitti, on dakika sonra bir kutu ağrı kesici bir paket makarnayla geldi. Daha sonra kendimden geçmişim, telefonun mesaj sesiyle uyandım. Kendimi daha iyi hissediyordum.
İsmail makarna tenceresinin başına oturmuş nefes almadan yiyordu.
Tansel’e mesaj attım. ‘İsmail seni çok seviyor. Sensiz yapamaz’ diye. Hemen cevap geldi.
‘Anladım, söyle eve gelsin” yazdı.
Leblebi tozunu ne zaman küçük bir mahalle bakkalında görsem önce Ahmet sonra kör bakkal Mahmut ağabey aklıma gelir. Babam yıllar sonra bana neden bakkala kör dediğimizi sordu. Yaptığımızın yanlış olduğunu bildiğim için üzerinden yirmi yıl geçmiş olsa da utana sıkıla her şeyi anlattım. Babam uzun bir süre yüksek sesle güldü. Sonra bana dönüp,
“Ahmet’in babasıyla her hafta gidip aldıklarınızın parasını ödüyorduk” dedi.
Ben şok… Aşk olsun kör Mahmut bizi kendi filminde figüran olarak oynatmışsın, oysa biz ortalıkta başrol oyuncusu gibi dolaşıyorduk.