Yıl 1998. Diva ablamız, İzmirli 17 yaşındaki bir genci kocalığa kabul etmiş, nikahı o dönemin Konak Belediye Başkanı Ahmet Sarışın kıymış, magazin basını haliyle bayram etmiş, gündem fokur fokur. O ara Sabah Gazetesi’nde (ne olduğunu hatırlamadığım, merak edip Google’a da danışmadığım) bir haberden ötürü Diva pek sinirlenmiş, telefon edip düzeltme isteyeceği tüm Sabah yöneticileri arazi olduğu için, aynı grubun gazetecisi olarak bana paslanmış bir durum…
Grubun Bayraklı’daki binasına bütün katı dolduran parfümüyle arzı endam eylemiş, odamda ağırlıyorum kendilerini. Havadan sudan girizgâhla başlayan sohbette bana ‘nerede, hangi semtte oturduğumu’ soruyor Diva Ablamız. Ağzımdan ‘Bülent Bey’ çıkıverirse diye kendimi çimdiklemekle meşgulken. ‘Buca’ diyorum. ‘Orası neresi’ diye soruyor. Nasıl tarif etsem şimdi Buca’yı diye düşünürken, tekrar soruyor.
“Deniz var mı orada?”
-Yok.
“Denizi görmeyen yerde oturamam ben ayol!”
Bunu söylerken yüzündeki ifade hala gözlerimin önünde; benim yüzümdeki ifadeyi ise o gittikten sonra muhabbetimize tanıklık eden arkadaşlar günlerce anlattılar kahkahalarla. Ne zaman Diva görsem ekranlarda, ‘Buca ve deniz’ muhabbetini hatırlar; kendi kendime gülerim ebesinden başlayıp içimden ettiğim gırla küfüre…
*
2003 yılı sanırım. Ahmet Piriştina İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı. Hizmetlerini, projelerini konuşuyoruz ama benim derdim Buca. Sağlı sollu habire soruyorum, özellikle de saç baş yolduran trafiğini nasıl düzelteceklerini? O zaman henüz İZBAN da yok ve ilçe sadece otobüslere/dolmuşlara mahkûm. Karşıyaka’ya yapılan ulaşım düzenlemelerinden falan örnekler veriyorum ki, sabrı taştı sorularımdan bunalan rahmetli Arnavut’un. Koca gövdesi yaylandı, kollar iki yana açılıp patladı:
“Ne yapayım ya Gönül, Buca’ya deniz mi getireyim?”
*
Doğduğum, yarım asrı çoktan geçirdiğim, annem babam Şirinyer’de kök saldığı için ayrılamadığım, ilkokulundan üniversitesine, bekarlıktan evliliğe her anımın kaydını tutan Buca’da bir tören vardı önceki gün. ‘Sokakları denize açılmayan’ ilçeye, ‘yeraltından açılacak yolu’ müjdeleyen bir tören.
Burada soluklanıp bir kitabın sayfalarını karıştıralım ama önce.
“Osmanlı Demiryolu Şirketi, İzmir'den Aydın'a demiryolu kurmaya başladığında 1856'da Buca'ya da demiryolu hattı kurulması düşünülmüştür. Buca'da yaşayan ancak Alsancak'ta çalışan varlıklı işletme sahipleri her gün şehre gelmekteydi. Bunun üzerine Buca'ya giden demiryoluna ihtiyaç duyuldu. 7 Şubat 1866 tarihinde Osmanlı Demiryolu Şirketi, Şirinyer (Paradiso/Kızılçullu) Tren İstasyonu'nda İzmir-Aydın ana hattından şube olacak olan Buca'ya demiryolu işletmek üzere Buca Şube Demiryolu'nu kurdu.
Osmanlı Demiryolu Şirketi ayrıca Alsancak (Punta) Garı'nda Buca'ya gidip gelen yolcular için yeni bir istasyon binası inşa etti. 1870 yılında açılan bu bina Buca İstasyon Binası olarak biliniyordu ve İzmir'de ilk saat kulesini de üzerinde barındırıyordu.
Demiryolu hattı, 1872'de Alsancak'tan Buca'ya günlük iki trenle faaliyete geçti. Demiryolunun açılması da 19. yüzyılın ortalarında sakin bir köy olan Buca'nın büyümesini büyük ölçüde artırdı. Özellikle Levantenler olmak üzere gittikçe daha fazla sayıda sakin bölgeye taşındı. Buca Tren İstasyonu'nun yakınında Saint Jean Baptiste ve Saint Saints olmak üzere iki kilise açıldı. Hat, popüler hale geldi. 19. yüzyılın sonunda Buca ve Alsancak arasında toplam 11 tren çalışmaktaydı.
Buca Şubesi Demiryolu, 1902 yılında Osmanlı Demiryolları Şirketi tarafından tamamen satın alındı. Buca Şube Demiryolu, daha sonra 1935 yılında TCDD tarafından satın alındı ve Şirinyer Tüneli'nin inşaatı nedeniyle kapatıldığı 2006 yılına kadar da faaliyette kaldı.
Şirinyer Demiryolu Tüneli'nin inşa edilmesiyle birlikte (eskiden ana hatta bağlı olan) şube demiryolu ile ana hat arasındaki bağlantı kopmuş ve demiryolu atıl durumda kalmıştır. İlerleyen süreçte İzmir Büyükşehir Belediyesi, Buca Tramvayı'nı inşa etmeyi ve bu atıl demiryolu hattını kullanmayı planlamışsa da tramvay projesinin iptal edilmesiyle birlikte demiryolu hattı yine atıl durumda kalmıştır. Şu an hattın nasıl değerlendirileceği konusu belirsizliğini sürdürmektedir. (A. Nedim Atilla, İzmir Demiryolları/ İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayını.)
*
İzmir’in en eski yerleşim yerlerinden, zamanında Levanten ailelerin ve özellikle İngilizlerin büyük malikaneler yaptırarak yerleştikleri kültür ve tarih beldesi Buca’ya, inşası 4 yıl sürecek metro için (haklı olarak) sevinirken, bu ilçenin bunca geri kalmışlığının da altını çizmek istedim kendimce. 1800’lü yıllarda demiryolu hattıyla gelişmenin başlayıp, aradan geçen iki yüz yıllık süreçte İzmir’in 517 bin nüfusuyla en kalabalık ilçesi haline gelmiş, aldığı göçlerle yapılan yatırımların paralelliği arasındaki makasın sürekli açılıp trafiği en sorunlu yer olmuş bir ilçenin…
Bilinen ilk düzenli yarışların tohumlarının Buca’da atılması, 1856’da, Bucalı Levantenlerin yanlarında getirdikleri oyun ve eğlence kültürünün ilk adresinin bu semt olması, 20. Yüzyılda Veliefendi’de devam edecek yarışların öncüsü olması…
‘İzmir-Aydın demiryolu üzerindeki konumu, 1850’lerde yapılan hipodrumun Roma İmparatorluğu döneminden bu yana Anadolu topraklarında inşa edilen ilk hipodrum olması’ gibi zengin tarihsel mirasa girmiyorum bile… “İzmir’in İzmir olmayan semti. İzmir’in yatak odası, uyumaya gelinen yer. Üniversiteden dolayı dört yıl yaşadığım kalabalık, karmaşık ve denize uzak kentimsi mekân. Söz konusu yıllara dair ‘İzmir'de değil Buca'da yaşadım" derim hep, zira “Eshot ile Buca'dan çıkmak ölüm gibi bir şeydir” gibi onlarca olumsuz yazının yer aldığı ekşi sözlük’teki çoğu haklı dokunmalara da…
İzmir’in 30 ilçeye yayılmış nüfusunun 8’de 1’inin yaşadığı yer Buca’ya yapılacak, hatta çalışacak trenlerle birlikte 765 milyon Euro’ya mal olması planlanan; yaklaşık 12 milyar liralık maliyetiyle raylı sistemler alanında kent tarihinin en büyük yatırımı olacak metro vesilesiyle yazacaklarım bitmedi elbet. Yarın da devam edip başka bir kitabın sayfalarını aralarız belki. AKP’nin de kulaklarını çınlatırız vesileyle…