Dile kolay tam bir yıl olmuş aramızdan ayrılalı ama bana sorarsanız, bizleri bırakıp gidişinin acısı sanki dünmüş gibi yüreğimde tazeliğini koruyor. Etrafındakilere çalışma, üretme ve öğrenme aşkı aşılayan, en olmadık anlarda merakımızı kaşıyan Özdemir Hocanın yokluğuna bir türlü inanamıyor insan. “Merak” ve “antenlerini açık tutmak” üzerine verdiği hayat derslerini ömrüm boyunca unutmayacağım.
Yıllar önce annemi yeni kaybetmişim. İki gözüm iki çeşme ağlıyorum. Annemin acısına dayanmak mümkün değil. Hocanın çalışma odasındayız. Bir yandan burnumu siliyorum bir yandan da soruyorum. “Hocam siz anne ve babanızı kaybettiğinizde nasıl üstesinden geldiniz?” deyince bir an susuyor. Sonra, “merak” diyor. Tek kelime. “Nasıl yani?” dediğimi hatırlıyorum. Hoca bir süre konuşmuyor. Daha sonra bana “gel, bak” diyor. Bilgisayar ekranını göstererek, “Kuveyt’te yeni yapılan bir gökdelenin bir katı tamamen restoran ve 24 saatte 360 derece dönüyor biliyor musun? Ne kadar ilginç değil mi” deyince bende ağlama filan kalmıyor. O kadar şaşkınım ki, annemi filan unutuyorum. Özdemir Hoca hangi ara binanın mekanik çizimlere ulaşmıştı? Üstelik mekanik çizimleri göstererek bir mühendis gibi olayları detaylı bir şekilde anlatıyor. “Merak” diyor. “Merak edeceksin, nedenlerini öğrenmek için sürekli çaba sarf edeceksin ancak öyle yoluna devam edebilirsin”. İşte bu kadar basit!
“Antenleri açık tutma” konusuna gelince, olay hocanın üniversite yıllarına dayanıyor. İzmir Sanat’ta çaylarımızı yudumlarken gülerek anlatmıştı. “1956'da bir bursla Almanya'ya Göttingen kentindeki Georg-August Üniversitesi, Tiyatro okuluna kaydoldum. 1959 yılında doktora öğrencileri için verilen bir yemeğe katıldım, bu yemekte bir öğrenci, bir hoca olacak biçimde bir oturma düzeni vardı. Yanımda tiyatroyla yakından ilgilenen çok entelektüel beyaz saçlı bir adam var. Ben adamın adını sormadım. O bana sordu. “Siz ne doktorası yaptınız?” dedi. Ben de “tiyatro doktorası yaptım” diye cevap verdim. Sonra hocalarımı sordu ve tiyatrodan konuşmaya başladık. Yemek boyunca tiyatro ve müzik üzerine çok güzel bir sohbetimiz oldu. Tiyatro bilgisi o kadar iyiydi ki, kim olduğunu merak ettim. Aklıma geldi. “Neden bizim tiyatro derslerine gelmiyorsunuz?” diye soracaktım. Tam o sırada Rektör ayağa kalktı. “Şimdi hepimiz bütün doktorantlar şarap kadehlerini kaldırıyoruz” dedi. Herkes ayağa kalktı. Kadeh kaldırıldı. “Şimdi yemeğimiz bitti, kütüphaneye geçip kahvemizi içeceğiz” dedi. Dağıldık ve ben soru sorma fırsatını bulamadım. Sonradan Alman arkadaşlara, “Yanımda oturan siyahlar giymiş bey tiyatroyu çok güzel biliyor neden bizim derslerimize gelmiyor?” diye sorunca gülmeye başladılar. “Yaaa, tanımıyor musun? O Kuantum Fiziği konusunda Nobel Fizik Ödülünü alan Heisenberg” dediler.”
Hikayenin bu noktasında bana döndü. “Yani, hangi konuda çalışırsan çalış opera, bale, tiyatro, klasik müzik, resim, heykel, fotoğraf, edebiyat gibi alanlardan biriyle mutlaka yakından ilgilen çünkü yaratıcılığın yolu sanattan geçiyor. Heisenberg örneğinde olduğu gibi her zaman antenlerin açık olsun” dedi. Bu öğüdü verdiği günü sanki dün gibi hatırlıyorum.
Özdemir Hoca tanıyabilmek büyük bir şans, ondan paha biçilemeyecek hayat dersleri almak ise başlı başına bir ayrıcalıktı. Şimdi gökyüzünde parlak bir yıldız olduğunuzu biliyorum sevgili hocam ama iyi ki varsınız ve iyi ki sizi tanımışım. Gökyüzünden bir yıldız kayıyor, pırıltısı göz kırpıyor, gülümsüyorum. Aziz hatırası karşısında saygı, sevgi, minnet ve özlemle eğiliyorum…