1299 yılında başlayıp, 1922 yılında yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği tam 623 yıl sürdü. Dünyadaki teknolojik ve siyasal değişimler karşısında kendini yenileyemeyen, Osmanlı, tarih sahnesindeki yerini terk etmek zorunda kaldı.
Kalelerinin zapt edildiği, tersanelerine girildiği, ordularının dağıtıldığı, memleketin her köşesinin işgal altında olduğu, memleketin dâhilinde iktidar sahibi olanların gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde olduğu yıllardır.
Hatta iktidar sahiplerinin şahsi menfaatlerini halkın çıkarlarından üstün tuttukları bu dönemde tarih sahnesine Bursa'da havlucu Recep, Karabük fabrikasında tesviyeci Hasan, fakir-köylü Hatçe kadın ve ırgat Süleyman ve daha niceleri çıktı... Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye destanında sarışın bir kurda benzettiği Mustafa Kemal öncülüğünde, bugün 93’üncüsü kutlanan Cumhuriyet'in temeli atıldı.
Neydi bu Cumhuriyet dedikleri? Osmanlı tebaasının 623 yıl kulluk serüveninden sonra, nasıl yurttaş olunacaktı. Tarif edildiği gibi kendi kendini yönetmek nasıl olacaktı. Arapça kökenli cumhur kelimesi yani halk yönetimi nasıl olacaktı. Demokrasi yani halkın gücü nasıl ortaya çıkacaktı. Halkın kendi gücü ile kendisi için nasıl bir yönetim oluşturacaktı.
Kendi iç devinimini tamamlayamamış, kulluktan yurttaşlığa geçememiş, bir halk için bu hiç de kolay değildi… Savaşlarda kahraman ol denildiğinde, kahraman olanlar, ölmeyi de çok iyi biliyorlardı. Ama şimdi durum çok farklıydı. “Padişahım sen çok yaşa”, naralarının yerine “Cumhuriyetim sen çok yaşa” diye bağıracaklardı.
Türkiye Cumhuriyeti’nden 134 yıl önce 14 Temmuz 1789’da Fransız halkı burjuvazinin önderliğinde eşitlik, adalet ve özgürlük gibi kavramları gerçekleştirmek için ayağa kalkmış olsa da, 6 yıl önce 1917’de Sovyetler Birliği’nde yeni bir halk cumhuriyeti kurulmuş olsa da durum çok farklıydı.
Dünün kölesi, bugünün yurttaşı her şeyin, her sözün hatta kendisinin bile padişaha ait olduğu bir dönemi kafasında nasıl sonlandıracaktı.
Kendi kendisini nasıl yönetecekti. Yasaları nasıl yapacak, kendisini yönetecekleri nasıl seçecekti. Kendi seçtiğini sandığı basiretsiz, beceriksiz yöneticileri nasıl alaşağı edecekti. Yıllar sonra adı Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak değiştirilecek olan ilk TBMM binasının girişine 20 Nisan 2001 tarihinde asılacak olan tabelanın üzerindeki, “Philip Morris” yazısını ve o bakışı kim, nasıl değiştirecekti…
Kendi emeği ile oluşturduğu, yoktan var ettiği kamu kaynaklarına ve kamu hizmetlerine nasıl sahip çıkacaktı. Yolsuzluk ve hırsızlıkları nasıl engelleyecekti. Kurulduğunda toplu iğne bile üretemeyen genç Cumhuriyetin, uçak fabrikasından tutunda basma fabrikasına kadar tek tek yağmalanmasına nasıl engel olacaktı. Eğitim ve sağlık alanındaki kazanımlarını nasıl koruyacaktı. Yani Cumhuriyeti nasıl koruyacaktı. 623 yıl padişahım çok yaşa anlayışı o kadar kolay teslim olacak mıydı? Her türlü gerici-işbirlikçi-mandacı anlayışlara karşı ayakta kalabilecek miydi?
Dün askeri törenlere karşı olduğunu söyleyen AKP, bugün halkın Cumhuriyet kutlamaları yerine yapay kutlamalar icat ediyor. Yaşam şekline müdahale edip, muhafazakâr bir yaşamı dayatıyor.
Cumhuriyet kaçınılmazdır ki halk yönetimi için en güzel yönetim biçimidir. Cumhuriyetimiz, 93 yılda dört bir yanını çekiştirmekten tanınmaz hale getirilmiş olsa da gerçek Cumhuriyet ve demokrasi özlemi halkımızın özlemidir.
Çanakkale’de aynı şehitlikte yan yana yatanların Türk'ün, Kürd'ün, Laz’ın, Çerkez’in her türden inanışa sahip olanların torunlarının umudu bu yöndedir. Açlık ve yoksullukla boğuşan milyonların umutları yine yan yana, yine omuz omuza bir mücadeleden geçiyor. Halk, Cumhuriyetini istiyor.
Eşit yurttaşlık talepleri ile alanlara çıkan yurttaşlar, dayatmalara boyun eğmeyeceklerini ifade ediyorlar. Gecelerin de aç yatılmayan, gündüzlerinde işsiz gezilmeyen, düşüncelerinden dolayı cezaevlerine tıkılmayan, örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün olduğu bir Cumhuriyet istiyor. Halkımız, Cumhuriyetine sahip çıkarken, nasıl bir Cumhuriyet istediğinin tarifini de yapıyor.
Yoksa kuru kuruya bir zamanlar söylendiği gibi bugün de dayatılan “Padişahım sen çok yaşa” gibi “ Cumhuriyetim sen çok yaşa” değil…