“Okullar yaptır ki, Atatürkçü gençler yetişsin ve onlar da ülkemizin aydınlık geleceğini tesis etsinler” Cemil Midilli
REHA MİDİLLİ İLE BİR MÜNİH ANISI
1976 yılının Mayıs ayıydı. Eşim ve ben Münih yakınlarında Tegernsee gölünün kenarında bir turizm beldesi olan Bad Wiessee’de çalışıyorduk. Siz benim belde dediğime bakmayın. Turizmle uğraşmaya bir asır önce başlamış. İlk günkü halini, gölünü, doğasını çevresini korumayı da bir asırdır becermiş bir yer. Tüm Avrupa’da meşhur olan İyot Kaplıcaları ile yaz boyu sokaklarında turistin kaynadığı, kış aylarında ise kayak pistleriyle turizm hareketliliğini 12 aya yaymış bir belde. Ayrıca dünyada ‘sürdürülebilir turizm’ anlayışının ilk doğduğu yerlerden birisi olarak tanınmış Bad Wiessee’nin otellerinde doluluk oranları çok yüksektir. Bu otellerden birisi olan Hotel Lederer’de eşimle birlikte çalışıyorduk. Hotel Lederer, 20. YY ortalarına kadar Avrupa’nın pek çok kral ve kraliçesini, siyasetçisini ve ünlüsünü ağırlamış bir otel olarak, içinde yaşanan olaylarla, tarihin sayfasında yerini almış bir işletme idi. İngiltere Kraliçesi Elizabeth’ten tutun da, FC Bayern takımının devamlı konakladığı otelde; 1934 yılının 30 Haziran gecesi Hitler, kendisine darbe yapacağı düşüncesiyle, Genel Kurmay Başkanı Ernst Röhm’ü yakalatmış ve aynı gece öldürtmüştür. Bu yaşanmışlık, bugün bile Alman halkını üzen, önemli bir olay olarak hatırlanır.
O Yıllarda Telefon Çok Önemliydi.
Akşam olmuş, mesaimiz bitmiş, eve gidiyorduk. Marketten alışveriş yaptık. Eşim yakındaki eczaneye gitmiş, ben de eve henüz daha yeni varmıştım. Kapıyı açarken içerden gelen telefonun sesini duydum. Elimde ne varsa onları telaşla bir kenara bıraktım ve telefona koştum. Ahizeyi kaldırdığımda bir ses; “İyi akşamlar Sebahattin, ben Reha” dedi. Önce “Anlayamadım affedersiniz dedim.” Esasında anlamıştım anlamaya ama, emin olamadığımdan bir daha sorma gereğini hissettim. Bu defa daha tok bir sesle “Ben Reha Midilli” dedi. Şaşırdım! Dilim ağzımın içinde dolandı. Kendimi zorlayarak ancak “iyi akşamlar dayı hayrola” diyebildim. Eşim Nalan, Reha Midilli’nin ablasının kızıydı. O yıllarda Foça’dan Almanya’ya telefon etmek, zaman ayırıp, sıra beklemek, bağlatmak deveyi hendekten atlatmaktan daha zordu. Elimin titrediğinin, kafamın karıştığının farkındaydım. Sanki bir ölüm haberi gelecekmiş endişesiyle ancak “İnşallah bir terslik yoktur, değil mi? Nalan da eczanede birazdan gelir” diyebildim. “Nalan’a selam söyle. Anlatacaklarımı da aktar” dedi ve devam etti. “Ne tersliği yahu, yok öyle bir şey. Ben güzel bir şey için aradım sizi” dedi. Bu defa merak ettiğimi söyledim. “Güzel haber! Önümüzdeki Çarşamba gününün akşamı Münih’de, Hotel Bayern Hof’da olacağız. Arkadaşlarla grup olarak geliyoruz. Eğer, Perşembe günü sabahı siz de Münih’e gelebilirseniz iyi olur görüşürüz, hasret gideririz” dedi. Ardından biraz daha oradan buradan konuştuktan sonra telefonu kapattık. 5-10 dakika sonra Nalan geldi. Habere ve davete çok sevinmiştik. Heyecandan sabahı zor ettik. Mesai başlar başlamaz soluğu patronun yanında aldık. Durumu anlattık. Almanlar daha ziyade bireysel yaşadıkları için, bizim ülkemizdeki aile birlikteliğinin ne kadar önemli olduğunu kavramakta zorlansa da, neticede ikimiz de aynı gün için izni kopardık. Teşekkür ettik, odasından ayrıldık. Bu defa iple çektiğimiz Perşembe günü geldi çattı ve biz sabah ilk trene bindik. Sabah 8:00 gibi Münih’e vardık. Şehir merkezinde olan otele varmak uzun sürmedi. Resepsiyonda durumu anlatmak için sıramızı beklerken, bizi görmüş olmalılar ki, Reha Dayı ve Necla Yenge bize doğru geliyorlardı. Birbirimize öyle sarıldık, öyle sevindik ve hasret giderdik ki anlatamam. Ayak üstü çok şey konuştuk. Ardından birlikte kahvaltı salonuna geçtik. Kahvaltı salonuna geçerken salonun bir köşesinde 40 civarında bir Türk grubunun olduğu tarafa doğru yöneldik. Gruba yaklaştığımızda Reha Dayı “İşte benim yeğenlerim, sizinle tanıştırayım” dedi ve grupla bizi tanıştırdı. Bugün Münih’te rehberliğimizi yapacaklar diye ilave etti. Rehberlikten haberimiz yoktu. Bize de sürpriz oldu. Şükürler olsun ki, hafta tatillerimizde hem gezmek hem alışverişlerimizi yapmak için sıkça Münih’e geliyor, gezilip görülecek yerlerini dolaşıyorduk. Ne de olsa serde turizmciydik. Bu bakımdan Münih’in pek de yabancısı sayılmazdık.
Karar Yeri, Karar Anı, Baba Vasiyeti…
“Okullar yaptır ki, Atatürkçü gençler yetişsin ve onlar da ülkemizin aydınlık geleceğini tesis etsinler”
Rehberlik ihalesi bizde kaldıktan sonra, kahvaltı sırasında alelacele içinde Marien Platz’da serbest dolaşım ve alışveriş de olan günlük bir gezi programı yazdık. Yaptığımız program gereği, Deusche Müseum, Hochbreuhaus, Englische Garten, Maximilian Strasse, Max Joseph Platz gibi yerleri dolaştıktan sonra, 1972 yılında olimpiyat oyunlarının oynandığı Olimpiya Köyü’ne vardık. Turizm danışmadan temin ettiğim, içinde Türkçe açıklamalar da olan ayrıntılı Olimpiya Köyü broşüründen bol miktarda aldım ve gruptaki herkese verdim. Böylece eşim Nalan Karaca, Reha Midilli ve yengemiz Necla Midilli ile birlikte gruptan ayrıldık. Ben “Ne yapalım dayı?” diye sordum. Tebessüm ederek “Ne yapacağız işte, her şeyden önce Olimpiya Köyü’nü kuleden seyredeceğiz” dedi. Olimpiya Köyü’nün gözetleme kulesi vardık. Aldığımız bilet ile büyükçe bir asansöre bindik. Asansör görevlisinin düğmeye basmasından 40-50 saniye sonra kuleye ulaşmıştık. Bu baş döndürücü bir hızdı. Reha Midilli duygularını gizleyemedi. “Bu ne hız yahu, iki soluk alıp vermeden tepeye çıktık” dedi. Kulede epey bir zaman geçirdik. Gezdik, dolaştık, Münih’in tüm güzelliklerini kuleden seyrettik. Yorulmuştuk. Bir masaya oturduk, pastamız kahvemiz geldi. Bir ara dalıp giden dayıma; “Hayrola dayı, çok daldınız” dedim. “Evet öylesine biraz daldım gittim işte” dedi. Ardından Olimpiya oyunlarıyla ilgili olarak şunları söyledi; “Neden bizim ülkemizde Akdeniz oyunlarından başka uluslararası büyük bir organizasyon yapılmıyor? Biz mi organize edemiyoruz ya da burası gibi tesisler mi yapamıyoruz? Merak eder dururdum. Ancak bu köyü gördükten sonra fark ettim ki, bu işler sadece bilim ve teknolojik gelişme ile olabilir. Bizim de bilimde teknolojide çok ileri gitmemiz lazım. Bu da sadece iyi eğitimle olur. Eğitime, eğitimin en iyisine, en vasıflısına çok önem vermemiz gerekir. Babamı şimdi daha iyi anlıyorum. Bu bakımdan babamın başlattığı yolda ben de yürüyeceğim. Vasiyeti de bu doğrultuda zaten.” dedi. O zamana kadar babası Cemil Midilli çeşitli hayır işlerinin yanı sıra önceliği eğitim kurumlarına vermiş, 3 adet okul yaptırmış, oğluna da; “okullar yaptır ki, Atatürkçü gençler yetişsin ve onlar da ülkemizin aydınlık geleceğini tesis etsinler” demişti.
Baba Cemil Midilli’nin 1981 yılında vefat etmesinin ardından, Münih’te sarf ettiği ve babasına verdiği sözün gereği kolları sıvayan Reha Midilli, henüz daha annesi Bedia Midilli hayatta iken, abla ve kardeşleriyle birlikte anneleri adına Bedia Midilli İlkokulunu yaptılar. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne bağışladılar. Foça’da ve çevresinde art arda bir insanın doğuşundan ölümüne kadar ihtiyaç duyacağı her türlü eğitim kurumu, yani hastaneden kreşe, okullardan yaşlılar evine kadar her türden yatırımı ve hayrı yapmaktan bir adım geri atmadı.
5 Mayıs 1927 yılında Foça'da doğan Reha Midilli, lise eğitiminden sonra, babası Cemil Midilli’nin yanında iş ve ticarete hayatına ilk adımlarını attı. Tarım, hayvancılık, zeytin ve zeytinyağı üretimi ve ticaretinin yanı sıra, bir ara inşaat müteahhitliği de yaptı. Foça ve çevresine sayısız eserler kazandıran Reha Midilli, TBMM Üstün Hizmet Ödülü'nün sahibi oldu. Yaptığı her işi titizlikle sürdürürken, sosyal yaşamdan da hiç kopmadı. Koyu bir Galatasaraylı olan Reha Midilli, 50’li yıllarda uzun süre Foça spor takımında da forma giydi. Foça Avcılar Kulübünü kurdu. Arkadaşları ile birlikte yıllarca avcılık yaptı. Genç avcıların yetişmesini teşvik etti. Siyasete pek fazla girmek istemese de o dönem Foça ileri gelenlerinin babası Cemil Midilli’den izin alması sonucunda 1973’den 1980 İhtilali’ne kadar Foça Belediye Başkanlığı yaptı.
Vakıf Fikri ve Zamanlaması
Yaşı ilerledikçe eş, dost ve yakınlarına yavaş yavaş bir hayalinden daha bahsetmeye başladı. O hayal, kurmayı düşündüğü bir vakıftı. Ancak bu nasıl bir vakıf olmalıydı? Neye nasıl hizmet etmeliydi? En önemlisi sürdürülebilir olması nasıl sağlanacaktı? Bunları ve daha başka onlarca cevabı bulunacak, kafasında çözümü üretilecek sorular vardı. Pek çok insanı dinledi, sordu soruşturdu, araştırdı ve nihayet nasıl bir vakıf olması gerektiğini ve hangi sabit gelirlerle ayakta durabileceğine dair kafasındaki tüm sorunları çözdükten sonra, düğmeye bastı ve Reha Midilli, kendisi kurucu başkan olmak üzere; Necla Midilli, Ali Haydar Çelebi, Sebahattin Karaca, Akın Doğu, Murat Meriç, Ahmet Yeşilyurt, Dr.Münip Dinç, Şener Parlak, Osman Mert, Mahmut Irmak, Fuat Karakuyu’dan oluşan Kurucu Mütevelli Heyeti listesini tamamladı. Ardından heyetin hazırladığı tüzük onaylandıktan sonra Reha Necla Midilli Eğitim ve Yaşlı Evi Vakfı faaliyetlerine başladı. Bir müddet Vakıf Başkanlığını yürüttükten sonra, vakfın nasıl yürüdüğünü ya da yürüyeceğini yaşarken görmek üzere başkanlıktan ayrıldı. Vakıf Kurucu Onur Başkanlığını aramızdan ayrıldığı güne kadar da sürdürdü. Ölümünden sekiz saat önce Belediye Meydanındaki ofisinin önünde görüştük. Birkaç arkadaşı daha vardı. Sevdiği ve güvendiği insanlardı. Her yıl olduğu gibi bu yılda 5 Mayıs Hıdırellez günü yapmayı planladığı “Geleneksel Yıllık Pikniği” hava muhalefetinden dolayı yapamamıştı. Bir hafta ya da 10 gün ertelediği Bahçecik’de bulunan çiftlik de düzenlenecek piknik hakkında bürosunun önünde küçük bir toplantı yaptı. Nasıl olmalıydı, kimler gelebilirdi? Kimler gelemezdi? Katılım ön tespitinin yanı sıra, yapılacak diğer işleri de planladı. Görev taksimi yaptı. Katılacak olanlara birer görev verdi. Bahçecik’te her yıl Hıdırellez vesilesiyle bir toplantı düzenlemeyi önemserdi. Geniş aile fertleriyle birlikte yakın dostlarını da davet eder, sevdiklerini bir arada görmekten ve o günü onlarla paylaşmaktan mutlu olur, keyif alırdı.
Akşamı saat 19:00 gibi ayrıldık. Hatta evine giderken yolun yarısına kadar eşlik ettim. Sabah tekrar görüşmek üzere vedalaştık. Maalesef o gece Atatürk hayranı, hayırsever, vatansever, toplum önderi, Foça tutkunu, yeri doldurulamaz aile büyüğümüz Reha Midilli’yi kaybettiğimizde takvim, 2012 yılının 11 Mayıs’ın Cuma’yı Cumartesi’ne bağladığı gece yarısını işaret ediyordu.
O günden sonra her nerede onun bir eserini görsem, yüreği memleket sevdasıyla dolu Reha Midilli’nin Münih Olimpiya Köyünün Kulesinde sarf ettiği o güzel sözler gelir aklıma. Kulağım çınlar. Babasının üç okulla başlattığı bayrağı teslim alacağının ve ölünceye kadar da o bayrağı dalgalandıracağının işaretini vermiş, verdiği sözü titizlikle takip ederek gereğini de yapmıştı.
O ana tanıklık etmek ve o anın bir parçası olmak, bizim için hep mutluluk kaynağı oldu. Dünya’ya gelen her insanın, eğitim için ihtiyaç duyduğu, ana okulundan fakülteye kadar açtığın tüm eğitim kurumlarında, bilim ocaklarında, her yıl yüzlerce genç aydınlanıyor ve hayata atılıyor. Bütün bunların yanı sıra Foça’ya kazandırdığın sağlık ocağı ve hastanede yıllarca insanlar sağlık hizmet aldı. Yaşlı evi ile hizmetlerini taçlandırdın. Kurduğun ve varlığının da çok büyük bir bölümünü bağışladığın Reha Necla Midilli Eğitim ve Yaşlı Evi Vakfı ile açtığın yoldan gösterdiğin hedefe gitmek için çalışıyor.
Cennet mekanın, çiçekler örtün olsun. Huzur içinde uyu Reha Midilli.
Bir Bakışta Reha Midilli’nin Foça’ya Kazandırdığı Eserlerden Bazıları
Foça Necla Midilli Ana Okulu (1990’lı yıllar)
Foça Bedia Midilli İlköğretim Okulu (1984)
Yeni Foça Reha Midilli İlköğretim Okulu (1989)
Foça Reha-Necla Midilli İlköğretim Okulu (1995)
Foça Reha-Necla Midilli Devlet Hastanesi (2002)
Foça Reha-Necla Midilli Sağlık Ocağı (2005)
Foça Reha Midilli Kültür Merkezi (2006)
Foça Reha Midilli Anadolu Lisesi (2006)
Foça Reha Midilli 11 Eylül Spor Salonu (2006)
9 Eylül Üniversitesi Reha Midilli Foça Turizm Fakültesi (2008)
Foça Reha Midilli Necla Ana Yaşlı Evi (2010)
Foça Belediyesi Reha Midilli Sosyal Tesisleri