Bir dakikalığına, serzenişlerinizi, eleştirilerinizi, bilimsel değerlendirmelerinizi, uzun cümlelerinizi bir kenara bırakın. Bir dakikalığına sessizliğe gömülün ve olanlara bakın; insan beyninin içinden geçen düşünce akımına kendinizi kaptırın ve bu cendereden nasıl kurtulacağımızı düşünün. Aklınız size doğru yanıtları verecektir.

Ama aklınızdan aşağıdaki yanıtlar geçmeye başlamışsa, yukarıda önerilen işlemi tekrarlayın, aksi halde daha önce denenmiş ve sorunu çözmeyen, anlamsız eylemler silsilesine girmiş bulunmaktasınız; çok bilinen bir söylemle, aynı şeyi yaparak farklı sonuç almayı ummanın yolculuğuna başlamışsınız demektir:

Kadını koruyan ve toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir sözleşmeden bir gece çıkıldığına ilişkin bir duyum almışsanız, bu durumun hukuksal niteliğini analiz etmenin hiçbir anlamı yoktur. Hukuk, kendi içinde tutarlı doğruları ve tutarlı yanlışları barındırdığında işlev görebilir. Yorumlamaya esas aldığınız hukuksal yorum yöntemlerinin varlığı söz konusu değilse, olmayan bir araçla olana yorum yapılması mümkün değildir, en azından hukukta mümkün değildir. Neden böyle olduğunu anlamaya çalışmanın hiçbir yararı yoktur, zaman kaybıdır, olanın zamana bırakılmış meşruluğunu sağlamaktan öteye gitmez. Analiz yapanların hepsi, bir gerekçe arayışındadır. Ancak gerekçe yoktur ve hukuk, tarihin bu dönemlerinde hep yaptığını gibi kendi sığınağına kaçmıştır.

140 karakter bir yazı, bir fotoğraf paylaşabilirsin, tepkini, en azından duygusal tepkini bu yöntemle ifade etmek hala insanın tarihsel yolculuğundan edindiği düşünsel kazanımları taşıdığını gösterir, ama bu yöntemle hayatının değişeceğine inanma. Daha önce de değişmedi, şimdi de değişmeyecek. Eskiden kasaba meydanlarında toplanıp da söylenerek dağılanlardan farkını ortaya koy.

Siyaset yapmanın önüne getirilen engeller için tarihe bak, gerekçeler oluşturma, daha sonrasında daha iyi olacağını düşünme, her on yılda bir ülkenin her girdiği krizde yapılanları ve söylenenleri düşün, her çıkmazdan sonra başka bir çıkmazın kader olmadığını, statükonun, idare-i maslahatın hiçbir değişiklik yapmadığını, çözümü ve yaşamı ertelemekten başka bir işe yaramadığını anla. Yaşamının daha kaç ilkbaharı ve sonbaharını, benzer cümlelerin senin üzerinde artan ağırlığı ile geçsin istersin, ne zaman kendini özgür hissedeceksin bir düşün.

Paraymış, ekonomi politikasıymış, merkez bankasıymış boşver, gülmek için bile arkana dönüp bakma, tahakküm arada sırada kendine güldürerek sorunu hafifletir, akıllı ve zaman zaman komik olduğunu düşündüğün sistemde senin en büyük değerinin asgari ücret kadar olduğunu bil, ömrünün üçte birine karşılık yarı aç gezebileceğin bir yaşamın sana reva görüldüğünü anla artık.

Daha uzun bir liste yap, yapılmayacaklar aklının rehberi olsun, yapılacaklar özgürlüğünün.

***

Olağanüstü zamanlardan geçmiyoruz, olağan zamanlardan geçiyoruz, olağanlaştırdığımız zamanlardan. Geleceği hep belli olan zamanlardan. Eskiden duyduğumda güldüğüm, hep laf olarak kalmış olmasından kaynaklı güldüğüm, hep popüler siyasetin söylemi olmasına karşın ülkemde hiçbir zaman uygulanmamış olmasından dolayı güldüğüm sine-i millet; diğer bir deyişle, Türkiye siyasi tarihinde siyasi temsil meşruiyetini yitirdiği düşünülen TBMM'den çekilerek siyasete halk içinde devam etmek anlamında kullanılan ifadeden[1] yola çıkacağımı hiç düşünmezdim. Bugün galiba şunu söylemek gerekiyor; hepimizin sine-i gerçek halk muhalefetine dönmemiz gerekiyor; akıl ile, duygu ile, insan ile.

***

Veya Brecht;

Diyalektiğe Övgü

Yaşıyorsan eğer, “hiçbir zaman” deme.

Yıkılır, yıkılmaz görünen.

Kalmaz hiçbir şey nasılsa öyle.

Buyuranlar verdiklerinde son buyruklarını

Buyruk altındakiler başlar konuşmaya.

Kim “hiçbir zaman” demeyi göze alabilir?

Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: Kendimiz.

Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan: Biz.

Yenilen, kalk ayağa!

Her şeyini yitiren, dövüşe devam!

Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir?

“Hiçbir zaman”dan “bugün” doğar

Bugün yenilen, yarının yenenidir.