İzmir’in Buca ilçesinde 21 Ekim günü sipariş götürdüğü esnada yaptığı kaza sonucu yaşamını yitirdiği öğrenilen 22 yaşındaki Okan Çakmak için motokuryeler basın açıklaması düzenledi.

Alsancak Gar önünde gerçekleştirilen açıklamada “Sipariş mi? Canımız mı? Motokurye işçileri köle değildir” pankartı taşınırken sık sık, “İş kazası değil bu bir cinayet”, “Kuryeler ölmek istemiyor” sloganları atıldı.

Hem izlemek hem de destek olmak için gittiğim bu açıklamayı sosyal medya mecralarında paylaşınca, “Abi adamlar öyle bir motor sürüyor ki canları hiç değerli değilmiş gibi. Trafik kurallarını hiçe sayıyorlar. İşverenin zamana karşı yarıştırması değil bu sadece, daha çok paket daha çok para için hırs yapıyorlar” tepkisini aldım. İzlemek üzere birlikte gittiğim muhabir arkadaşım ise “Bunlar işçi değil, esnaf sayılır biliyorsun değil mi?” dedi.

“İşçi sınıfının bir parçası mıdır?” tartışmasını 2022 yılında Arif Koşar’ın, “Kuryeler: İşçi mi, esnaf mı, prekarya mı?” başlıklı yazısı ile noktaladığını düşündüğüm için o tartışmaya girme niyetinde değilim. (*1) Ancak “Daha çok paket daha çok para için hırs yapıyorlar” denilerek, işçi ölümünde “işçiye kusur” bulunmasına yol açacak, kendince iyi niyetli tartışmaların üstüne gidilmesi gerektiği ise açık.

Yıllar önce Boğaziçi Üniversitesi’nde tez için araştırma yapan arkadaşıma yardımcı olmak için Gaziantep’te, çalışma koşullarına ilişkin işçilerle anket çalışması yapmıştık. Eli, kolu yaralı bir işçi arkadaşımız, “iş kazası geçirmediğini” ifade etmişti. Yaraları sorduğumuzda ise, “fabrikada oldu” cevabını almıştık. İşçilerin bir kısmı “iş kazası” kavramını “bir uzvun kopması” olarak tarif ediyorlardı. O gün bugündür kendimce bu konuya dair tartışmalar her zaman dikkatimi çekmiştir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG)(*2) bu konuda memleket için önemli veriler topluyor, paylaşıyorlar. İşçi sağlı ve iş güvenliği konusuna dair tercih edilecek en isabetli örgütlenme zannediyorum İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG).

Şimdi denilebilir ki: “İşçi midir değil midir?” tartışmasına girmedin, “İş kazası mı cinayet mi?” tartışmasını da İSİG’e havale ettin senin derdin ne?

İşçi sağlığı-iş güvenliği tartışmasının tarihte yaşanmış deneyimlerle birlikte ele alınmasının çok daha isabetli olacağını düşünüyor, deneyimlenmiş olması nedeniyle daha anlaşılır olacağını düşünüyorum. Elbette işçi sınıfı ve deneyim denilince döneceğimiz tarihsel kesit, Sovyetler Birliği oluyor.

Rusya’da gerçekleşen işçi sınıfı devrimi sonrası ilk olarak çalışma süreleri 8 saate (*3) indirildi, iki gün sonra ise 13 Kasım 1917 tarihinde hastalık, gebelik, yaralanma, yaşlılık hatta işsizlik gibi konuları kapsayan sosyal sigorta hakkı kararname ile tanındı. 1922 yılında ise işyerlerinde sağlık hücreleri oluşturuluyor. Gönüllü olarak sağlık eğitimleri alan işçiler, sağlık işçileri/sağlık komitesi biçimde ilk yardım müdahalelerinde bulunmak üzere komiteler inşa ediyordu. Ayrıca 250 ve daha fazla işçinin çalıştığı fabrikalarda sağlık merkezleri açılıyor, açılması zorunlu kılınıyordu.

Stalin Otomobil Fabrikası işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda en olumlu örneklerinden birini oluşturur. 25-30 bin arası işçinin çalıştığı fabrika içerisinde sadece ilk yardım istasyonu adedi 15’tir. Hasta yatmaksızın çeşitli hastalıkların tanı ve tedavilerinin yapıldığı 6 adet ayrıca bölüm bulunmaktadır. Bir fabrika içerisinde neredeyse tüm branşlarda uzman doktorlar bulunmaktaydı. 112 hekim ve 18 diş hekimi görev almaktaydı. Yemeklerden, üretim sürecine kadar tüm süreci takip eden hekimler, aynı zamanda işçilerin talebi olmaksızın “riskli” gördüğü/gözlemlediği işçileri muayene ediyordu. Bu fabrikada ayrıca çocuk, kadın dayanışma merkezleri de yer almaktaydı. Neredeyse tüm Tıp Enstitülerinde meslek hastalıkları ele alınıyor, kavramsallaştırılıyordu.

Batı dünyası daha çok tedavi için ilerlerken Sovyetler, kazanın-hastalığın koşullarının ortadan kaldırılması ve takibini sağlamıştı. Koruyucu sağlık sistemini inşa eden Sovyetler ile bugünün hastayı müşteri gören sağlık sistemi arasında ciddi farklılıkları, okuyucularımız da kabul edecektir. Gazeteci dostum, gazetemizin haber müdürü Yağız Barut’un, “İzmir Şehir Hastanesinde Telefon Böyle Açılıyor: Sizi Müşteri Temsilcimize Aktarıyorum” başlıklı haberi de mevcut sağlık sisteminin geldiği durumu anlamak için iyi bir örnek oluşturuyor. (*4 )

Sovyetler Birliği’nde kapitalist sisteme göre farklı bakış açılarından birisini, “koruyucu sağlık” anlayışı oluşturmaktaydı. Toplumun bir sorunu olarak sağlığı, yine toplumun yöneteceği bir süreci örgütlemesi ile farklı bir zemine çekiyordu. Örneğin sendikalar işyerlerinde çalışma koşullarını araştırmak, önlem almak üzere binlerce müfettiş görevlendirebiliyordu. Fabrikada ise işçiler bu konuda eğitiliyor, denetim mekanizmasını ve yönetimini işçiler, hekimlerle birlikte sağlıyordu.

Olası bir kaza sonrası müdahale için değil, kaza önleme komiteleri de bulunuyordu. İşin kendisinden önce işçi sağlığı düşünülüyordu. Sovyetlerin 1920 ile 1960’lı yıllar arasında gerçekleştirdiği böylesi bir sistemi bugün hayal dahi edemiyoruz. Bırakın işyerinde denetim ve tedaviyi, paran yoksa hastane kapılarına ölüme terk ediliyor veya en iyi durumda sıra bulamayarak özel hastanelere mahkûm ediliyoruz.
Yazının başına dönecek olursak kapitalist sistem için önemli olan üretim süreci yani işin kendisinin devam ediyor olmasıdır. İşçinin kaza geçirmesine olan korku bile “insani” bakış açısından ziyade üretimin sekteye uğraması, yüklü tazminatlarla yüz yüze kalma kaygısıyla oluşmaktadır. Alınacak önlemlerle uğraşmamak adına taşeronlaştırma, kaza olursa sorumluluğu işçiye yükleyen sözleşmeler de ayrıca kapitalistlerin tercih etti mekanizmalardan.  

Teknolojik gelişmelerin hızla arttığı, yapay zekâ ile sorunsuz/mükemmel bir dönem, “uzayda arsa kapacağız” geyiklerine kadar teknoloji üzerine tartışıldığı bu dönemde; motokurye işçilerinin, “çalışırken ölmek istemiyoruz” sloganı büyük çelişkiyi ortaya çıkarıyor. Teknoloji artıyor, istihdam genişliyor, üretim sıçrama yapıyor ancak işçiler için çalışma koşullarına kapitalistlerin bakış açısı birkaç makyaj dışında değişmiyor.

“İnsanca yaşam koşulları için yeterli ücrete” ulaşabilmek adına hızla çalışmak zorunda bırakılan işçiler, hız-seri üretim ve tüketim üzerine kurulmuş kapitalist sistem için ölen işçiler, rakamlardan ibaret kalıyor! Kapitalizm savaşları, açlığı, yoksulluğu ve çalışma koşulları ile ancak ölüm vaat edebiliyor. Gerçek bir yaşamın zemini, yaşamda söz hakkına sahip olmaktan geçiyor.

Sosyalizm mücadelesini “romantizmle” suçlamanın moda olduğu dönemin sorunlarına, 105 yıl önce yaşanmış sosyalist devlet deneyimi cevap veriyor!

1-https://www.evrensel.net/haber/454984/kuryeler-isci-mi-esnaf-mi-prekarya-mi

2-https://www.isigmeclisi.org/

3-Yıllar geçtikçe çalışma saatleri önce 7’ye sonra 6 saate kadar düşürülüyor. Bazı tehlikeli kategorisinde meslekler için ise 4 saat çalışma süresi tanınıyor.

4-https://www.izgazete.net/izmir-sehir-hastanesinde-telefon-boyle-aciliyor-sizi-musteri-temsilcimize-aktariyorum