2 (iki), en küçük asal sayı olarak karşımıza çıkar. Kendine ve sadece bire bölünebilir.
Ülkenin genel siyasetini bire, teke indirgeyen bir dönemde ikiyi tartışmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bir, kendi halindedir. Herhangi bir özelliği yoktur birin.
Bir olmak, birlik ya da bire dair gerçek dünyada somut bir şeyler üretmek zordur. Bir her şeyin yerine geçebilir nitelikte bile olabilir. Bir, sayı olarak tane, adet olarak tek başınayı ifade ederken sadece sıfırdan büyük olmasıyla öğünebilir. Bir olmak ya da teklik ise yaratıcıya atfedilen yüce inancı temsil eder. Tek tanrılı dinlerin dünya üzerinde egemenliğini kurmasıyla tek ya da bir hep evrendeki o yüce gücün simgesi gibidir.
Matematiğe baktığımızda özellikle çarpma işleminde etkisiz elemandır bir, hiçbir etkisi yoktur. Hayatta belki böyle tehlikelerin de işareti olabilir bu durum. Bir olmak ya da bir, etkisizliğe dönüşümün ilk adımıdır. Sistem içerisinde etkisiz kalmak politika üretme süreçlerini kaosa sürükleyebilir. Etkisi olmayan bir, ne geliyorsa onu dışarı çıkarabilir; kendinden bir şey katma olanağı yok olabilir. Bu yüzden ‘bir’in inanç temelinde özel olarak korunması, kollanması daha iyi bir eylem olabilir. Bir, tek tanrılı dinlerin özeli olarak yaşamaya devam etmeli.
Biri’n ötesinde de iki var karşımızda. İki, sayılar dünyasında önemli bir yere sahiptir. Çifttir, çift olan tek asal sayıdır. Çarpma işleminde karşısına geleni ikiye katlar, ne olduğunu şaşırır ikinin karşısına çıkan.
Türkiye ikiyle çarpılmak isteniyor. Unutulan şey ise ikiyi oluşturan seçenekler aslında birbirini negatiflemekte. 16 Nisan’da iki seçenek var karşımızda. Kendi ürettiğimiz üçüncü seçeneklerin hükmü yok. Bu seçimde sadece iki seçeneğin varlığı üzerinden bir karar vermek gerekiyor.
Türkiye, bir dönüm noktasına sürüklenirken karşısında sadece iki seçeneğin olması büyük çaresizliktir.
2002’den bu yana ülkeyi saran politikalar gün gibi ortadadır. Gerçekçi olarak nelerin yolunda olduğunu, nelerin yolunda olmadığı görülüyor. Tüm gerçekler bu kadar şeffafken ve sorun aslında ‘sistem’ değilken bambaşka bir sistemin olup olmaması konusunda nasıl ‘iki’ seçenekten söz edilebiliyor?
Anayasanın değişmesi için partilerin temsilcilerinden oluşan bir uzlaşma komisyonu kurulmuştu; sonuç hüsran oldu. Şimdi, masa başında konuşularak uzlaşılamayan bir Anayasa, seksen milyon vatandaş sandığa gittiğinde mi oluşabilecek? Toplumu geren, insanları birbirine kırdıran politikalardan uzaklaşmak yerine neden tersi yapılıyor? Şiddetin önce dilden sonra sokaklardan uzaklaşması için daha uzlaşmacı, diyalog kültürüne hizmet eden herkesin kendini ifade edebileceği bir program geliştirmek zor mudur?
İnsanların bireysel tercihlerinden bağımsız, ülkenin ekonomik açıdan güçlenmesine öncelik veren bir eylem planı geliştirilemez mi?
Sokakta herkesin birbirine iki seçeneğin dışında yaklaşması sağlanamaz mı? Ülke gündemini iki seçeneğe indirgediğimizde, sokaklardaki şiddetin kontrolsüz biçimde ortaya çıkabileceği açık değil mi? Halkın gerçeklerinden uzaklaşan bir iktidar, egemenliğini ikiye indirgeyecek kadar akılcı yaklaşımdan nasıl uzaklaşabilir?
Tüm bu soruları yanıtlamak güç.
16 Nisan’a dair tek umudum Türkiye’nin ikiden büyük olduğunu fark edenlerin çoğalması, geleceğin daha renkli, çeşitli ve farklılıklarla dolu olmasının herkesi mutlu edebilmesi.