Bugün modern toplumlarda demokrasinin en önemli göstergelerinden biri, halkın yönetime ve karar alma süreçlerine katılma ve onları etkilemesidir. Bu nedenle demokrasi ile siyasi katılım arasında en temel aktör ise ‘halk’tır. Halk, siyasi katılmayı ya sistem içinde kalarak ya da sisteme karşı çıkarak gerçekleştirir. Sistem içinde kalarak gerçekleşen katılımda en etkili yöntem “seçim” ve en önemli aktör ise seçmendir. Ancak seçmenler, siyasi katılma süreçlerinde farklı tutum ve davranış sergileyebiliyorlar.
Önümüzdeki partili Cumhurbaşkanlığı seçimi de bu durumla ilgili yeni veriler ortaya koyacak gibi görünüyor. Siyasiler ise bu süreçlerde bazı faktörlerin etkisinde kalabiliyor. Bu faktörler, bireyin sahip olduğu ve onu çevreleyen bir kısım maddi/manevi unsurlara göre şekillenirken, aynı zamanda bireyin siyasi olan her türlü tercihini de etkileyip yönlendirebilmektedir. Bu bağlamda 20 yıllık AKP iktidarının yarattığı sosyo-ekonomik sorunlar nedeniyle seçmenin tercihini muhalefetten yana koyacağını şimdiden söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Ayrıca bu konuda birçok araştırma, bireyin siyasi katılımını etkileyen faktörlerin neler olduğunu, bunların gerçekten etkili olup olmadığını ve olan etkinin ne yönde gerçekleştiğini apaçık ortaya koyuyor ve her geçen gün Cumhur İttifakı kaybederken, muhalefetin Millet İttifakının yükseldiğini görüyoruz.
Seçimlerde oy verirken, vatandaşlık görevlerini yerine getirmenin ya da insan olarak en temel haklarından birini kullanmanın ötesinde bir siyasi davranış sergilemektedirler. Seçmen davranışı olarak beliren bu durum, işin içine insan unsuru girdiğinden açıklanması zor bir niteliğe sahiptir.
Yine ‘eğitim’, bireyin siyasi gerçeklikle ilgili bilgi edinmesi, onları yorumlayabilmesi ve her türlü sorunla bağlantı kurabilmesi gibi imkânları sağladığı ölçüde siyasi katılmayı arttıran bir faktördür. Dahası eğitim, bireye çevresindeki ekonomik ve sosyal yapıları akılcı şekilde değiştirerek istediği amaca ulaşması konusunda gerekli olan bilgi ve beceriyi kazandırdığı ölçüde etkili bir değişkendir. Diğer bir ifadeyle eğitim seviyesi yükselen bireyler, içinde bulunduğu toplumdaki karmaşık siyasi ilişkileri değerlendirebilecek soyut düşünce kapasitesine erişebilmeleri ve dolayısıyla kendilerinin siyasi hayatta çok daha etkili olduğu duygusuna ulaşabilmeleri şartıyla, eğitim ile politikaya katılma arasında anlamlı bir ilişki ortaya çıkabilmektedir. Bugün "Z Kuşağı" denilen genç nesil bu bağlamda ortaya çıkması tesadüf değildir. Z Kuşağı ile ilgili araştırmalar ise gençlerin yüzde 70'in üstünde bir oran AKP iktidarını hiç beğenmediğini söylüyor.
Yapılan araştırmalarda eğitim seviyesi yükseldikçe, bireyin oy verme gibi pasif siyasi katılmadan ziyade, daha karmaşık katılma davranışlarına yöneldikleri de görülmüş.
Bireyin toplumdaki statüsünün göstergelerinden birisi olan “meslek” de önemli bir sosyoekonomik faktör olarak karşımıza çıkıyor.
Bir mesleğin, toplumdaki statüsünün yüksek olması bireyin politik konulara yönelik ilgisini arttırırken, bürokrasi ile de ilişki kurmasını kolaylaştırmaktadır. Ayrıca yüksek statülü mesleklerdeki bireyler, birçok siyasi katılma türünü, düşük statülü meslek gruplarına göre çok daha rahat gerçekleştirilebilmektedir. Farklı meslek gruplarının, kendileri ile ilgili konularda siyasî kararlar alınması süreçlerinde, daha yoğun siyasî katılma şekillerine yöneldikleri de bilinmektedir. Yapılan işin niteliğine bağlı olarak, bazı meslek sahiplerinin siyasete daha çok ilgi duydukları ve yoğun bir siyasi katılma içerisine girdikleri de bilinmektedir. Örneğin, işçi ve memur sendikaları, üyelerini ortak çıkarlar etrafında toplayarak siyasî iktidar üzerinde güçlü bir baskı süreci oluşturabilmektedir.
Geçtiğimiz günlerde TÜİK önünde sendikacıların polis saldırısına uğraması tesadüf değil. İktidar bunu bile bile yapıyor ama orman kanunu ile iktidarda kalamayacağını ise unutuyor. Unutulmayacak duyguların başında darp ve saldırılar gelir. Bedeli ise sandıkta görülür. Özetle, karşılıklı etkileşimleri düşünüldüğünde, esas itibariyle siyasi katılma üzerindeki etkilerini birlikte düşünmek daha gerçekçi bir sonuç ortaya koyacaktır. O da söylediğim gibi, baskıcı yönetimleri frenleyecek ve bitirecektir. Devam edelim…
Hayatın her alanının vazgeçilemez bir parçası haline gelmiş olan, “Kitle İletişim Araçları da, konumuz açısından önemli bir etkendir. Bireylerin, başta siyasi olmak üzere, her türlü konuya ilişkin algılarını etkileyebilecek potansiyele sahiptirler. "Gezi direnişi" ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan hareketlerin sosyal medya üzerindeki etkisini göstermesi iktidarı korkutmuş ve o yüzden önümüzdeki günlerde meclis genel kurulunda getirilecek olan sosyal medya düzenlemesine gereksinim duymuştur. Yani toplumun birbiriyle iletişimini kesmek denilen düzenlemeler, sosyal medya ve basına ayar vermek, susturmaya çalışmak, gerçekten iktidarın kendi kafasına sıkmak olacaktır. Diğer anlamıyla intiharı olacaktır.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın grup toplantısında kendisine yönelttiği 10 soruya cevap vermesinin ardından bu defa da kendisi Erdoğan’a 10 soru yöneltmişti. Sorularına henüz yanıt alamadığını ifade eden Kılıçdaroğlu, erken seçim çağrısı yaptı. Neden yanıt veremedi Erdoğan? Çünkü sorular ciddi ve yanıtını verirse yarın her şey mahkemede Erdoğan'ın aleyhine dönecektir. Gelinen nokta bu ve ip burada kopacak! Sonuç olarak Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na, "Cesaretin varsa, yüreğin yetiyorsa bugünden tezi yok ya adaylığını açıkla ya da adayını açıkla." dedi. Ancak siyaset kulislerinde Erdoğan'ın Kılıçdaroğlu'ndan korktuğu iddiaları dile getiriliyor. Neden mi? Yıllardır kulislerde siyasilerin düşüncelerini haber yapmış, duyduğum sözleri konuşmaları aktaran biri olarak yine aktarıyorum; Siyasi İslamcıları bitirecek tek ismin Kılıçdaroğlu olduğunu, yıllardır destek veren AKP seçmeninin “'Önce güvenmiştik. 20 yıldır ülkenin düzeleceğini bekledik. Hiç bir şey yok. Ekonomi ve sefalet vatandaşı bitirdi. Ülkeyi bitirip bizi kullanan Erdoğan'a en güzel dersi Kılıçdaroğlu'nu iktidara getirerek vermemiz gerekiyor” ifadeleri dillendiriliyor. Ne diyelim? Demek ki İYİ Partili milletvekilinin 'Alevi bir ismin şansı yok' benzeri sözleri bile bunu durduramayacak. Özetle Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılında çağ dışı bir tabu daha yıkılacak gibi görünüyor. Üstelik yüzde bile verebilirim, yüzde yüz, az kaldı.