Ben Tarık Dursun K.’nın yalancısıyım. Bilirsiniz, Tarık Dursun K., 50 kuşağının önemli bir hikayecisi olmasının yanı sıra iyi bir gazeteciydi. Abdi İpekçi’den, Oktay Akbal’dan “Ustalarım” diyerek söz eder, saygı duyardı. Aşağıda anlatacaklarımı ondan duydum.
Efendim, köşe yazarlığı yaptığı gazetede işler kesat gidince Burhan Felek üstada bir süre izin vermişler. Üstat, o izin süresince de hemen her gün erkenden kalkıp günlük yazısını yazar, masasının çekmecesine atarmış. Bunu gören sevgili eşi bir gün, “Burhancığım, kendini neden bu kadar yoruyorsun, bak, gazete mali kriz içinde, boş ver” filan demiş. Üstat eşini dinlememiş, yine her gün erkenden kalkarak yazılarını yazmayı sürdürmüş. Nitekim bir ay kadar sonra üstadı gazeteden arayıp “Kriz aşıldı, yazılarınızı bekliyoruz efendim” demişler. Üstat böylece hiç zorlanmadan geçiş yapmış.
7 YILIN İZİ'NE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ
Valla bana sorarsanız benim bu anıdan çıkardığım ders şu: Gazetecilik süreğenlik ister. Boşlamaya gelmez. Dahası, gazeteci ile GAZtecileri birbirinden ayırmak gerekir.
Bir diğeri de şu: Zamanının çok ve ilgiyle okunan gazeteci ve köşe yazarı Ahmet Rasim’e birileri gidip, “Üstat, o gazeteden ayrıl, bizim gazetede yaz” demişler. Yani bir tür transfer… “Olur, neden olmasın” demiş üstat. Öneri getirenler çok mutlu olmuşlar tabii. “Yalnız” demiş üstat, “bir mesele var.” “Nedir üstadım?” demişler. “Şu” diye eklemiş üstat, “söyleyin bakalım, uzun mu yazacağım kısa mı?” “Aman efendim,” demiş transfer önerisi getiren gruptakiler, “Siz nasıl isterseniz öyle olsun.” Üstat Ahmet Rasim çenesini sıvazlayıp şöyle bir düşünmüş, sonra, “Bakın çocuklar” demiş, “uzun yazacaksam yazı başına üç altın alırım. Yoook, kısa yazacaksam beş altın! Ona göre.”
Tabii herkes de bilir ki yıllar ve yıllar önce gazetelerin başında genellikle edebi yanı ağır basan yazarlar olurdu. O yüzden de zaten o zamanki gazeteler haber vermenin yanı sıra sayfalarında roman tefrika ederler, ya da kısa hikâyeler yayımlarlardı. Haber yazıları bile edebiyat kokardı. Bugün içinse bunları söylemek hemen hemen imkânsız. Zaten birçok gazete, zaman içerisinde edebiyatı sayfalarından kovup yerine özellikle spor haberlerini koydu. Bu durum tabiatıyla başka bir açılıma neden oldu: Edebiyat gazeteciliği… Marks bir daha haklı çıktı: “Tarih, insanlığın önüne çözemeyeceği problemleri koymaz.”
Selahattin Eyüboğlu bir denemesinde şöyle yazmıştı: “Bütün çağlarda yazarın soylusu ezilenlerden, soysuzu ezenlerden yana olagelmiştir hep.”
Şimdi çözmemiz gereken sanırım şu: Biz hangi tarafta olacağız? Ezenlerden yana mı, ezilenlerden yana mı? İyilerden yana mı, kötülerden yana mı?
Dahası, insan olacak mıyız, insan?
Benim bu anıdan çıkardığım ders şu: Gazetecilik süreğenlik ister. Boşlamaya gelmez. Dahası, gazeteci ile GAZtecileri birbirinden ayırmak gerekir.