Çocukluğumda tanıştım hak ihlalleriyle. Dayım Yaşar Gündoğdu, 1980 Nisan’ında Ankara Emniyetinde işkence ile katledildi. Yıllarca süren hukuk mücadelesi ve sivil toplum dayanışmasının ne olduğunu yaşayarak öğrendim. Liseye geldiğimde ise Erbil Tuşalp’in yazdığı Cumhuriyet’in Öyküsü Bin Belge kitabıyla otopsi raporları, mahkeme tutanakları ile tanıştım. Artık aklım eriyordu. Yıllardır da hak temelli mücadelenin içinde yer aldım. Gözaltında kayıplar, yakılan köyler, patlayan bombaların ardından; anmalar, basın açıklamaları ve mahkemeleri takiple geçti gençlik yıllarım. Geçen hafta da benzer bir duruşmayı takip için Trabzon Adliyesi’ndeydim, 2011 yılında polisin uyguladığı orantısız güç ile öldürülen devrimci öğretmen Metin Lokumcu duruşması için geldim Karadeniz’e.
Mahkemedeki ifadeleri, sanık avukatlarının tavırlarını, Lokumcu Ailesi’nin avukatlarının güçlü ve detaylı sorgularına girmeyeceğim. Bunları detaylı okumak için @metinlokumdv adresiyle Twitter’a göz atmanızı öneririm. Yıllardır bu davaları takip ederken soğukkanlı olmayı öğrendiğimi sanıyorum. Daha doğrusu sanıyordum. Ta ki sevgili arkadaşım, can yoldaşım Ulaş Lokumcu’nun müşteki sıfatıyla mahkemede ettiği söz ile kendimi mahkeme salonundan dışarı attım. ‘’Sanıkların hangisi suçluysa o yargılansın isterim. Beni öyle bir baba yetiştirdi. Suçsuz yere kimse yargılanmasın!’’ dedi Ulaş. Hayatı sorgulatan bir söz etmişti. Metin Hoca, toprağına, suyuna, ormanına sahip çıkarken; adaletli ve tutarlı ve vicdanlı olmayı öğretmişti oğluna ve öğrencilerine yani. Yani, boşa geçmemişti yılları. 10 yıllık acıya ve kapanmaz yarasına katlanmıştı Ulaş. Ve bu acı ona öfkeyi değil, adil olmayı öğretmişti. İyi ki öğretmişti. İyi ki benim yoldaşımdı.
2 günlük duruşma maratonundan sonra cuma gecesi Artvin Kemalpaşa Dereiçi Köyü’nde misafir oldum Ulaş’ın ailesine. Sabah derenin sesiyle uyandım. Dereye 3 gün önce atılmış ağları toplayarak başladık güne. Dere’nin orada hayatı nasıl şekillendirdiğini gördüm. Dere bir yaşam biçimiydi orda. Kaldı ki İkizdere’de ve Fındıklı’da da bunun ne anlama geldiğini görmüştüm. Aynı günün akşamında da Eren (Dağıstanlı), Caner, Görkem, Eray derken kendimizi Esenkıyı denen 1900’lü yılların başında Rus’lar tarafından yapılmış Hopa-Kemalpaşa yolunda bulduk kendimizi.
Coğrafyanın neden kader olduğunu anlamıştım artık. Çetin şartlar, sarp kayalar, dağ yolları, dereler, köprüler yaşamın devamlılığına göre düzenlenmişti. Dere yatağına müdahale edildiğinde, yani derenin ıslahı ya da üzerine kurulan HES ile, dere suyunun taşması, kuruması ve yok olmasının doğrudan ve dolaylı sonuçlarını detaylı biçimde dinleme, öğrenme fırsatı buldum böylece. Ve böylece, ekoloji mücadelesi veren yoldaşlarımızın neyi, neden ve nasıl yaptıklarını anladım iyice. Hepsi, toprağına, geleneğine, suyuna, tarımına sahip çıkıyordu. Hamasi bir milliyetçilikle değil üstelik. Dolgu sahile, HES’lere, taş ocaklarına karşı çıkmalarının tek sebebi vardı: Yaşam hakkı.
Eren’in kendi toprakları için verdiği onurlu mücadeleyi herkesin verdiğini sanmayın elbette. Muhtemelen Eren, kızacak bana onun adını rant için her değerinden vazgeçmiş ‘’Beşli Çete’nin’’ meşhur Cengiz’i ile aynı cümlede andığım için. Ama Cengiz İnşaat’ın İkizdere’de açtığı taş ocağını görmek ve İkizdere Direnişi’ne destek olmak için İşkencedere Vadisi’ne gittiğimizde bir insanın kendi toprağına, coğrafyasına nasıl bu kadar ihanet edebildiğini çıplak gözle gördüm. Köyde kalan tek evi ziyaret ettik. Damacana su almışlar. Anlatırken sesi titriyordu Dursun Abi’nin. Fındıklı’da Gürsu Köyü’nde musluktan akan suyu içtiğimde çok şaşırmıştım oysa ki! Rakı kadehine buz gibi suyu çeşmeden koymak daha dün çok tuhaf gelmişken, hemen ertesi gün suyu çamura döndürülmüş bir halkın suyunun elinden alındığını görmek beni çok öfkelendirmişti. Rize İyidere Limanı’na dolgu malzemesi olarak kullanmak için bir vadi yok ediliyordu herkesin gözü önünde. Dağı, dereyi katledip, denizi canım Karadeniz’i dolduracaklardı üstelik. Rant uğruna, beton uğruna, para kazanma hırsıyla…
Yoldaşım Eren ve Ulaş ile içimde bir yerler onarılırken, bir yandan da Rize Kalkandere’li Cengiz İnşaat’ın sahibi Mehmet Cengiz’in ihanetini gördükçe içimde başka yerlerde açıldı kocaman yaralar. Hoş kendisi burada yazamayacağım küfürlerle ‘’millete ne yapmak’’ istediğini beyan etmiş olsa da kendi topraklarına yaptığı zulmü görmek beni çok incitti.
Biz elbette Eren’in verdiği bu mücadeleye destek olacağız. Ulaş’ın kendi toprağına, köyüne, deresine bağlılığına bakıp çok şey öğreneceğiz. Babası Metin Hoca’nın onu yetiştirdiği gibi, kızı Deren’i vicdanlı bir insan olarak yetiştirmesine tanıklık edeceğiz. Bu toprakların, derelerin kendi sahiplerine bırakılacağı, Mehmet Cengiz gibilerin artık hayatımızda olmadığı günleri umut edeceğiz.
Ve elbet son söz: Dereler özgür akacak!