2015 yıllı Suriye’nin en çalkantılı olduğu dönemdi. İran, Hizbullah aracılığıyla Suriye’de yaşanan olayların doğrudan bir parçası olarak hareket ederken, Rusya ilk elden müdahale etmese de ilerleyen günlerde fiziki olarak Ortadoğu’ya inmişti… 2016 yılında Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ise, “Çin’in Arap Politika Belgesi” ile Ortadoğu’ya dair stratejisini açıklamış, “Çin ne zaman ve nasıl müdahale edecek?” cevap arayışına selektör yapmıştı.
Çin, Arap Politikası Belgesi ile “enerji iş birliği, altyapı inşaatı, karşılıklı ticaret ve yatırımın kolaylaştırılarak artırılması, nükleer enerji ve uzay alanlarında pragmatik ortaklığı artırmak” hedeflerini 2016 yılında iddia ederken, yaşanılan günlerde Arap coğrafyasında siyasi aktör haline gelmek istediğini de göstermiştir. ABD’nin “geri çekilme” süreci ile Çin, Ortadoğu’da sadece ekonomik bir dış aktör olmaktan ziyade, ittifakları belirleme, bozma vb. ile müdahalesini arttırmaktadır.
Çin, Rusya ve ABD
“Ezeli düşmanlıkla” anılan Suudi Arabistan ile İran’ı “barıştıran” zirvenin ardından Xi Jinping’in Moskova ziyaretini de gerçekleştirmesi iyiden iyiye “Çin’in bölgede hegemonik güç olma isteği” ile açıklandı. Rusya ve Ukrayna savaşında doğrudan bir taraf olmayı tercih etmemiş olsa da Çin, ABD’nin doğrudan tehdit olarak gördüğü Rusya’yla iş birliğini ilerletmek üzere attığı adımlar ile çelişkileri keskinleştirmektedir. “Ekonomik” ağırlığı tartışmasız olan Çin’in politik hakimiyeti tesis için attığı adımlar -ki bu her zaman sarmal biçimindedir- emperyalist güçler arasında çatışma dinamiklerini de arttırıyor. ABD tarafı; Çin ve Rusya’nın “kurallara dayalı” uluslararası düzene karşı olduğunu ve “oyunun kurallarını küresel olarak yeniden yazmak istediğini” ifade ediyor. Çin ise ABD’nin ulusal güvenlik gibi gerekçelerle, kendisi dışındaki tüm güçlerin gelişimine set vurduğu açıklamasını yaptı.
Rusya ve Çin arasındaki ticari ilişkilerin, askeri alanda da gittikçe artması gibi gelişmelerle birlikte, ABD ve Avrupa ülkelerinin de hamleleri gerçekleşiyor. Hint-Pasifik bölgesinde Çin’in hegemonyasını sarsmak üzere, İngiltere ve ABD tarafından Avustralya’ya, nükleer enerjiyle çalışan denizaltı projesi gibi gelişmeler de yaşanmaktadır. Çin’e karşı Asya-Pasifik’teki kuşatmasını artıran ABD, Japonya Güney Kore, Avustralya’ya uzanan hatta kurduğu ağı her geçen gün genişletiyor. Tayvan ve adalar krizi üzerinden yaşanan gerilim ile ABD, Çin’e karşı hamlesini yapıyor. Ortadoğu’da tesis ettiği otoritesini, taşeron güçlerle idare edebileceğini düşünen ABD, son gaz Çin’in kuşatılması üzerine adımlar atıyor.
Kusursuz simetrisi ile pürüzsüz bir dünya tasavvuru olarak kullanılan küreselleşme iddialarını yeniden çürüten bu gelişmeler, kamplaşmanın önümüzdeki günlerde artacağına işaret etmektedir. Çünkü çelişkiler yeni hamleleri, yapılan hamleler ise çelişkilerin keskinleşmesini zorunlu kılıyor.
Bağımsız, demokratik ülkeler için mücadele
Yaşanan şiddetli çelişkiler ise Türkiye gibi az gelişmiş kapitalist ülkelerde, istikrarsız diplomasi ile vuku buluyor. Hızla değişen koşullara ayak uydurma çabası içerisinde olan az gelişmiş kapitalist ülkeler; ABD ve Avrupa ülkelerine, “Çin yerine biz size ucuz işgücü cennetti yaratabiliriz”, “Taşeronluğunuzu üstlenebiliriz” derken, Çin’in ekonomik büyümesinden de nasiplenmek istiyor. Ancak yaşanan gelişmeler ikili diplomasinin ancak bir süre daha devam edebileceğini göstermektedir. ABD, Çin, İngiltere ve Rusya gibi emperyalist ülkeler, az gelişmiş kapitalist ülkeleri taraf olmaya zorlayacağı söylenebilir.
Az gelişmiş kapitalist ülkelerde, “bağımsız, demokratik, halkçı” iktidarlar için halkın örgütlü müdahalesi hayat bulmazsa, bu çelişki ve çatışma ortamı halklar için cehenneme dönecektir. Bölgesel veya mevzi çatışmalar ile devam eden bu çelişki yumağının halklar için çağrıştırdığı büyük gerçek ise: ölümdür. İç ve dış politikanın iç içe geçtiğinin daha iyi anlaşıldığı bugünlerde, atılacak her demokratik adım, kendi gerici kapitalist iktidarına karşı verilecek her mücadele, emperyalistlerin kusursuz görünen planlarını yerle bir etme gücüne sahiptir.