‘Küçük’ dostum A. Bilgili (manevi torunum olur) ile geçenlerde edebiyatın sorunları üzerine kısa cümlelerle konuşup irdelerken düşüncelerimizin hayret verecek kadar birbirine yakın olduğunu gördük.
Tabii ki mutlu olduk. Yazmadan, ona bağlı olarak okumadan yaşayamamak üzerineydi sohbetimiz. Yazarlığın esas olarak “başka türlü yaşayamamak, yazmadan edememek” olduğunda birleştik.
Benzeri uzun yıllar önce Ankara’da Almanca Dil Kursunda başıma geldi. Almanca dersimize giren öğretmene “Hocam, geceleri bile rüyalarımı Almanca görmeye başladım” deyince çok hoşuna gitmiş, “Hah, işte şimdi oldu bu iş!” demişti.
Bazı yazar dostlarımla da tartışıyoruz bu konuda. “Yazmadığın, yazma olanağı bulamadığın zamanlarda kendini nasıl hissediyorsun?” sorusunu yanıtlamaya çalışıyoruz. Kimi “Çok sinirli olurum” diyor, kimi “Boğulacak gibi oluyorum” filan… Ama birçokları, kendilerini kimsenin anlamadığını, bu dünyaya yalnız geldiği gibi yalnız ve anlaşılmadan göçüp gideceği fikrinde. Beni eğlendiren ise genellikle orta yaşın üzerine çıktıkları halde bir gün mutlaka yazacaklarını ama yazmaya bir türlü fırsat bulamadıklarını söyleyenler oluyor. Bazıları ise kıymetlerinin taşrada yaşamaları nedeniyle bilinmedikleri kanısında. Ah ah, İstanbul’da olsalarmış, edebiyat dünyasını kökünden sarsacaklarmış. Bunlar, Yaşar Kemal’in Adana’dan, Enver Gökçe’nin Anadolu köylüklerinden, Rıfat Ilgaz’ın Cide’den, Ahmet Arif’in Diyarbakır’dan, Samim Kocagöz’ün İzmir’den yazdıklarını bilmiyorlar mı? Besbelli bilmiyorlar. Bir İzmir sevdalısı olan Tarık Dursun K.’ya bir gün “İzmir’den ne gelirse gelsin, yayımlarsın, değil mi abi?” dedim. Güldü. “Yok öyle bir şey” dedi, “önce malın mal olsun!”
Bana ve “Küçük dostum” A. Bilgili’ye gelince… Ben de, o da; yazmadan, yaşadığımız her şeye sözcüklerle bakmaktan başka bir şey yapamayanlardanız. Kitaplardan, Türkçenin güzelliklerinden, kimilerinin yaptığı vahim yazım yanlışlarından, okuduklarımızdan konuşmak, saatlerce hiç durmadan ve usanmadan konuşmak ikimizi de mutlu ediyor. Besbelli, başka türlü yaşayamayacağız. Necatigil, tramvayda, otobüste bile yazarmış. Orhan Kemal, “Ben yazarım, her yerde yazarım” demiş. Dediğini de yapmış. A. Bilgili de geçenlerde trende iki şiir yazmış; gelip bana okudu. İkisi de harikaydı. Biliyorum: Yazmasa yapamayacaktı. Yazmanın insanı o.
Evet; ressamlar dünyaya renklerle, çizgilerle, müzikçiler seslerle, yazarlar da sözcüklerle bakıyorlar. Bütün güzel sanatlar birbirlerini besliyorlar. Bir yazar bence iyi filmler izlemeli, tiyatroya gitmeli, resim sergileri gezmeli, kültür besinlerinden gerektiği kadarını almalı. Berrak bir zihne ve derinlikli bir yeteneğe sahip olmalı.
Ama sanırım en başta felsefeye yakın durmalı, felsefeye!