Yerel yönetim seçimleri yaklaşıyor. Ortalık aday adaylarından geçilmiyor, herkes başkan olmak istiyor. Pazarlıklar kızışıyor. İş birliği, ittifak politikaları; “al ver gülüm” ilişkisi olarak ele alınıyor.
Kentin ve halkın gerçek sorunlarına tutarlı, nitelikli cevaplar aramak yerine, üç aşağı beş yukarı aynı laflar tekrar edilerek açıklamalar yapılıyor. Ezberi geçmeyen şablonlarla süreç yürütülüyor. “Parsel, parsel” lafıyla özdeşleşmiş Cumhur İttifakı’nı konuşmaya bile gerek yok. Peki, muhalif görünümlü adaylar ne diyor, ne yapıyor?
Yerel yönetim anlayışları biçimsel farklılıklar içerse de özü itibarı ile aynı yola çıkıyor. Balık baştan kokar misali, başkan adayı olabilmek için önce resmiyette başvuru parası, sonra arka odalarda partilerde milyonluk rüşvetler dönüyor. Başkanlığa seçilirse verdiği rüşveti misli olarak almak üzere kollar sıvanıyor. Üstelik, “bu durum olağan” denilerek ön kabul yaratılıyor.
Halk tarafından seçilenler, koltuğa oturduktan birkaç ay sonra fiyakalı takım elbiseler giymeye, altlarına son model araba çekmeye başlıyor. Yılı doldurmadan ev, arsa, şirketler… Halka “biz”, “birlikte” lafları söyleyerek yola çıkanlar, “ben” diyerek devam ediyor. Örneğin seçilmeden önce belediye işçisinin eylemlerine destek veren; emek, demokrasi güçlerinin eylemlerinde görünenler koltuğa oturunca, taşeron sistemini derinleştiriyor. İşçi haklarından dem vuranlar belediyesinde greve çıkan işçiyi, kent halkıyla karşı karşıya getiriyor.
Hizmet için aday olduğunu söyleyenler, “vasıflı bir işçi ya da memur kadar ücret alacağım” vaadinde bulunamıyor. Kişisel harcamalarını bile kamu eliyle yapıyor. “Lüks harcamaları terk ederek kaynakları, halkın yararını gözeterek dağıtmak” denilince, iyimser bakıldığı söyleniyor. “Çalıyor ama çalışıyor” mantığı yerine, “çalmak için çalışıyor” denilmiyor. “Profesyonel politikacı” adı altında yıllarca koltuklar işgal ediliyor. Cep büyük, ihtiyaç bitmiyor! Belediye çalışanları, kendi başkanlığını oylayan parti delegeleri olunca yıllarca koltukta oturmanın önünde hiçbir engel kalmıyor. “Beni başkan seç, işin sende kalsın” deniliyor.
Sosyal medyada kendisine veya partisine yönelik eleştiride bulunan işçiyi, işten çıkarmakla tehdit ediyor, çıkarıyor. Ekmekle oynayarak güç gösterisi sergileniyor. Seçilen kişiler yetmiyor gibi yanlarında taşıdıkları aile fertleri de belediyeleri yönetiyor. Müdürler belediye başkanının eşi, çocuğu karşısında tir tir titriyor. Bilal Erdoğan’ın devlet heyetiyle uluslararası görüşmelere katılmasını eleştirenler, belediyeyi aileyle birlikte yönetiyor.
İşçi, emekçi, genç, kadınların kullanması gereken belediye olanakları, ihale ile büyük sermaye sahiplerinin hizmetine sunuluyor. Örneğin “beşli çete” diyerek ortalıkta dolaşanlar, beşli çete ve türevi sermaye gruplarıyla anlaşmalar imzalıyor. En iddialı aday, “tüm yolsuzlukları açıklayacağım” diyerek başkan oluyor, yolsuzlukları açıklamak bir yana şirketlere yeni alanlar açıyor. Bunun nasıl denetlenebileceğini, mekanizmalarını tartışmak dahi istemiyor!
Sermaye ve merkezi hükümetten gelen idari baskılar ile İzmir’de belediyelerin yüz yüze kalınacağı sorunlar biliniyor olmasına rağmen, “Belediye Başkanı” adayı olacak zat-ı muhteremler, buna karşı nasıl mücadele edeceklerini hiç mi hiç dile getirmiyor. “Sağlığa, eğitime, suya, elektriğe, gaza parasız ve kolay erişmek hakkımız” denildiğinde, “merkezi hükümetten pay alamıyoruz bu gelirler de olmasa batarız” demek dışında açıklama dahi yapılmıyor. Peki ama mücadele etmek, halkla birlikte kamu hakkını aramak için kolları sıvamak yok mu? Ne yazık ki olmuyor.
Böyle olunca, belediye yöneten kişiler değişse bile, rant dağılımı ve yönetim olarak belediyecilik anlayışı değişmeden kalıyor. Belediyelerin sağlık, eğitim, ulaşım, beslenme, ısınma, konut, sosyal yardım, kreş, kadın sığınma evleri, kültür ve spor harcamaları kazanç hesapları üzerinden “belediye bütçesi” gerekçesiyle ilk kısılan alan olmasına ne deniliyor?
Belediyeler şirket değildir, belediye hizmetlerinin amacı kâr olamaz. “Türkiye’de işler böyle” lafıyla hırsızlığı, yolsuzluğu sıradanlaştıranlara karşı “nasıl yönetmeli” sorusunu tartışmayacak mıyız? Şimdi bunları mı tartışacağız, yoksa aday hakkında magazinsel kesitleri mi? Kendi çıkarlarımız doğrultusunda halkçı belediye yönetimleri için gereken tartışmaları mı sürdüreceğiz, algı operasyonlarına kurban mı gideceğiz?