Zarif bir çağ değil bu. İncelikler umursanmıyor. Detayları görelim, küçük şeyleri sevelim çağrısı çoktan son buldu, yenildi bunu anlatanlar. Yenildi, darmadağın oldu şiirden kurulan diller. Ağır metal sesleriyle susturuldu müzik kutuları. Bu zarif ve incelikli bir çağ değil, olmayacak.
Hız kazandı, en yavaş şeyde bile hız arayan zaman kazandı. Yüzey kazandı derinlik derine itildi, unutuldu, kayboldu. Bunu anlatan uzun metinler kısaldı hafifçe, bundan bahseden uzun bahisler homurtuya dönüştü. Zarif, derin ve hissi olan her şey ürüne çevirildi. Kabalığın, zorbalığın ve hızın çağı onları da alıp birer hediyelik eşyaya çevirdi. Anlık duruşlara dönüştürdü yaşama anlamlarını… Birilerinin uğruna öldüğü şeyleri, kısa mesajlara dönüştürdü bu zamanın aklı.
Bu kabalığın, sıkılmaktan korktuğu için sürekli birbirine video oyunu muamelesi yapanların, içindeki büyük anlamsızlığı örtmek için anlamlı olan şeyleri yok edenlerin, üç kuruşluk konforları için her kanlı borsadan pay alanların çağı. Yok artık kar yağışının sesini övmek, yasaklandı. Cebindeki parayı dostuyla pay etmek yok, o da yasak artık. Yok öyle eskisi gibi birbirine mont vermek, çorap almak, ilaç yazdırmak falan…Bitti.
Bir ihtimaldi ve askeri olarak yenildi. Örgütü yoktu onun, dağınıktı o zarafet, gaddarlığı anlamamıştı, cesareti henüz şiddeti yenecek şiddeti bulamamıştı. Bundan ötürü aşağılandı, gülünüp geçildi. Kuş yuvaları bozuldu, kedi evleri kırıldı, köpekler tekmelendi, atlar terleri bile soğumadan ayazda çürütüldü.
"Spiele nicht mit den Tiefen des anderen! / "Başkalarının derinlikleriyle (kurcalama) oynama." Demişti Ludwig Wittgenstein, bu çağ tam olarak başkalarının derinlikleriyle, zayıflıklarıyla oynama, onları kanatma çağı. Bilakis yapılandan haz alma çağı, bedende biriken şiddeti başkasına şiddetle akıtma, onu inciterek kendini sağaltma çağı. Derinlik yasaklandı. Derinlik yasak, derinliğe kapılanlar sokakta vurulacak.
Bu çağ açlığın çağı… Ekmek kadar açlığın, omuza konan bir el kadar açlığın çağı. İkisi de yok, rekabetin ekşi kokusu var, hırslı diş sıkmalar var. Biri yorulsa da üstüne bassak, biri gücense de ağlatsak, biri kanser olsa da onun ölümüyle yaşamımızı kutsasak... Bu çağda hasbıhal yok, hatır yok, hak yok. Bitti. Bundan bahsedenleri öldürdüler, bunları hayat yapmak isteyenleri zindana attılar, bunların ülkesini kurmak isteyenleri araba ile ezdiler kampüslerde, işsizlik sıralarında terbiye ettiler. Bitti. Yok öyle yağma, bu yağma başka türlü.
Hepimiz çiğ etiz bir başka oburluk için. Birer fonuz afili fotoğraflarda, birer kırık masayız atılmış, çöp kenarına konmuş kitaplarız, çünkü bitti. Zarif bir çağı hayal edenlerin yanında olmadınız. Onların sesini duymadınız, onların kahrını görmezden geldiniz, onların sancısını birer zayıflık sandınız. Zayıf olan sizdiniz oysaki, aslında muhtaç olan sizdiniz. Size bir kurtuluş imkânı yolladık, siz o imkânı alıp duvarlara poster yaptınız.
Artık sevi yok, kalan bir miktar da yer altına çekildi. Artık sevişmek yok, kitlesel pornografiyle kirletildi, bedenle boğuldu. Artık mut yok, onu saklayanlar uzaklara gitti, çocuklardan bile zorla alındı mut, bundan işte umut da yok. Umut çünkü eyleyendir, umut örgütleyendir.
Kabalık ve şeyleşme çağı. Birbiri için ‘şey’ olan, şeylerin sonsuz şeyi…Çöl bu. Çöl ama içimizden başlayarak. “Die Wüste Wächst:weh dem,der Wüsten birgt! / Çöl büyür vay haline içinde çöl saklayanın” demişti Friedrich Wilhelm Nietzsche… Çöldeyiz, gölge parayla, su zaten yok, kuyuya zehir atılmıştı evvelden, vaha parsellendi düşmanlarca, yağmur küstü, kuşlar gitti, akrepler bile toprağa saklandı.
Bir ihtimal olarak dayanışma, omuzdaşlık, müştereklik kaldı. Ona sarılın.